Daerust
Gökfelaketi’nin yok ettiği tüm o güzel şeylerin tam orta yerinde durur Daerust. Yüz yıl kadar önce hem uğrak, hem de sulak bir Escova yerleşimiyken savaşın ateşleriyle kavrulmuş, kucağında artık tozdan, topraktan ve sessizlikten başka bir şey kalmamıştır.
Daerust’un caddelerinde insan sesleri değil, oradan oraya savrulan kumların ıslığı duyulur. Kasaba çoğu zaman toz ve kül fırtınalarına esir olur. Böyle zamanlarda caddelerde yürümek şöyle dursun, pencerenizi açmanız bile delilik addedilir.
Daerust’un hiçbir sakini gerekmedikçe hanesini terk etmez. Burada yaşayanlar, savaşa rağmen hâlâ ayakta olan taştan yapıların gölgesine sığınır. Dışarıya da asla tedbirsiz çıkmazlar.
Daerust savaşın acı sonuçlarından birisidir. Meclis’in bile hızla gözden çıkardığı bir dışlanmışlık, bir unutulmuşluktur. Bundan yüz yıl önce bölgenin en merkezî ve kalkınmış yerleşimi olma yolunda ilerliyorken bugün adeta viran olmuştur.
Neyse ki sahipsiz değildir Daerust. Escova’lı ve Dranos’lu önderlerimiz büyük zorluklara göğüs gererek buralara gelmiş, çevresel tehlikelere ve yaşamsal güçlüklere rağmen bu civarda tutunmuş, burayı yeniden kalkındırmaya koyulmuştur. Bugün bu şehrin korunaklı bir çatısının altında bir kap yemek, bir maşrapa su veya hoş bir sohbet bulabiliyorsanız bu bizim sayemizdedir. İnsafsız fırtınaların orta yerinde kulağınıza hoş notalar çalınıyorsa ve bu notalar pek de uzak olmayan bir mekandan geliyorsa bu bizim sayemizdedir. Bir derdiniz, bir ihtiyacınız olduğunda buna derman olacak birilerini bulabiliyorsanız bu da bizim sayemizdedir.
Daerust artık bizimdir. Eğer buna bir itirazı olan varsa, onu bizden geri almayı denemekte serbesttir.
Veloth AlmarondKaranlık Kral, Taçsız Hükümdar
Ziyaretçiler
1292 yılı, Ninar’ın onaltısı. Daerust’un aşınmış duvarları, tozlar içinde savrulup duran gri havasının içinden nihayet göz kırptı.
Sürgün hayatı yolun gerisinde kalıyordu artık. Bize yaşatılanlar yıllarımıza mal olmuş, telafisi mümkün olmayan bazı yaralar da açmıştı şüphesiz. Böyle bir yolda yürümeye zorlanan kaç kişi geri dönmeyi başardığında aynı kalabilirdi? Zaten kaç kişi geri dönebilmişti ki?
Zımparalaşmış tenimizden veya ucubeye dönmüş sıfatımızdan bahsedebilirim size. Doğru düzgün yiyip içememiş ve ölümcül hastalıklar geçirmiş olmamızdan da... İsterseniz, hâlâ masal sandığınız bazı çöl yaratıklarıyla nasıl boğuştuğumuzdan da bahsedebilirim. Ama etmeyeceğim.
Dediğim gibi... Bunlar geçmiş bir hayatta yaşananlardı. İzlerini hep taşıyacak olsak da, artık hepsi geride kaldı.
Daerust’un sokakları tıpkı beklediğimiz gibiydi. Boş... Sağır edici bir rüzgârın etkisi altında adeta sağır ve dilsiz. Şehrin hâlini bir görseniz, onu tamamiyle terk edilmiş sanırdınız. Ama o ketum görüntüsünün altında neler saklıyordu, bir bilseniz!
Daerust’a kadar sessiz sedasız, dikkatleri çekmeden gelmiştik. Şehrin doğusunda kalan kurak bölgeyi artık kimse gözlemiyor, o civarda olan bitenleri kimse umursamıyordu. Kasvet dolu bu şehirde de iyi kötü saklanabileceğimizden emindik. Ama yolun buradan sonrası, yani Dranos üzerinden Escova’ya giden rota bizim için hiç de güvenli değildi. Yolumuza devam edebilmemiz için Taçsız Hükümdar’ın yardımı gerekiyordu.
Ölüm Çıkmazı denen illetten kurtulduğumuz Meclis tarafından biliniyordu. Bunu bize Dunhir’in Hayaletleri, yani üzerimizdeki bu laneti kaldıran büyücüler söylemişti. Son zamanlarda Escova ve çevresinde nelerin olup bittiğinden pek haberimiz yoktu, ama eğer hayatta olduğumuzu biliyorlarsa, yaşamımızı yeniden zora sokmaya çalışacakları bir gerçekti. Meclis’in kolları Daerust’a kadar uzanabilirdi. Yolculuğumuzun rastgele bir noktasında bir Shadaari’nin eline düşebilirdik ve bu kez paçayı sıyıramazdık.
Bunları düşünerek şehrin tozlu caddesinde ilerledik. Çok geçmeden de Son Hudut adlı mekanın kapısına ulaştık. Buranın yolcular için düşünülmüş bir yer olduğu dışarıdan bakınca pek anlaşılmıyordu. İçeriye girip kapıyı arkamızdan kapatarak şehrin tozlu dünyasını ardımızda bıraktık.
Buraya yerleştikten tam bir gün sonra, öğlen vaktinde karanlık kral Veloth Almarond’a ulaşmaya çalışacaktım. Veloth’u, daha doğrusu onun adamlarını nerede bulabileceğime dair bir fikrim vardı. Eğer hafızasını kaybetmediyse, Karanlık Kral’ın beni hatırlaması gerekiyordu. Sokaklarda dolaşıp onun adını fısıldarken haberimin ona hemen uçup gideceğini biliyordum. Ama kendisiyle hemen görüşebileceğimi ümit etmiyordum.
Böylece, birkaç yıldır mağaralarda ve çöllerde çürümeye yüz tutmuş olan ismimi yeniden açığa çıkardım, kulaktan kulağa, dilden dile dolaşması için onu şehrin rüzgârlarına bıraktım.
O an itibariyle, her şeyi şansa bırakarak Son Hudut’a dönebilir ve Veloth’un kontağının gelip bizi bulmasını bekleyebilirdik. Ne de olsa artık tehlike geçmişti. Daerust’a ulaşmıştık.
Tabii ki böyle yapmadık. Geçtiğimiz şu iki yıl bize bir şeyi zorla da olsa öğretmişti: Bizim kaderimiz Ölüm Çıkmazı’nı yediğimiz gün tersine çevrilmişti. O günden bu yana hiçbir şey bizim lehimize gelişmemişti. Dunhir’e ulaşmayı başarıp oradaki büyücülerden yardım almış olsak bile, dönüş yolumuzda hayat bize her türlü çileyi çektirmeye devam etmişti.
O gün, çölün en amansız savaşçılarından olan yoldaşım gizlice beni gözlerken, Veloth’un mesken tuttuğu mekanların birinin kapısında onun adamlarıyla bir görüşme yapmayı başarmıştım. Ve bu görüşmenin sonunda bize şu söylenmişti: “Son Hudut’a gidin ve kraldan haber bekleyin!”.
Ama biz şehrin arkaplanına karışmış, gizlice onları gözlemiştik.
O gün o kapıdan bizimle görüşmek için çıkmış olan kişi, Daar Than adında bir Shadaari idi. Meclis’in hükmü doğrultusunda beni kolumdan tutarak Kubbe’nin merdivenlerinden aşağı atan ve onların pis buyruklarını yerine getiren, o sefil Daar Than.
Meclis buradaydı. Elimizle uzansak tutabileceğimiz kadar yakında... Ve şimdi onların kılıcının tam ucunda duruyorduk.