
Crimmor'da bir ev..
Oraya bin bir umut ve dünya kadar suçlulukla gidiyorum.
Kapısını bir adam açıyor.
Yüzü pare pare dökülmüş ve bitmiş görünüyor. Ahşap kapı hafifçe açılıyor ve ardında görmektense ölmeyi tercih edeceğim bir adam, beliriyor..
-----------
Güzel güneşli bir gün..
Her şeyden habersiz, aydınlık ve güzel bir meydanda ayakta duran bir şövalye görüyorum.Önümde duruyor. Zırhlarının bakımı yapılmış, parlaklığı göz dolduruyor. Biraz da yol görmüş, şöyle hafifçe silinse yine gün gibi güneş açacak.
Zırhın içindeki beden sakin sakin etrafı süzüyor. Elinde bir elma var. Sert sağlıklı bir ısırık alıyor. Bir kaç damla dişlerinin arasından kurtulup sanki acelesi varmış gibi yere damlıyor. Bunu kimse fark etmiyor.
Eş zamanlı olarak tepemizden alnı kızıla çalan Jurp kuşları uçuyor. Mevsimlik göç yolları üstünde olan Athkatla'nın üstünde süzülüyorlar. Yine kimse fark etmiyor. Şehrin kalbinde bir güç, beni kendine çekiyor. Tüm olağan dışı kalabalık ve dünya telaşesi azalıyor. Kimse, ama kimse kalmıyor. Bir önümdeki adam, bir ben. Bir de şehrin kalbinde atan nabız kalıyor.
Yürüyorum. Adamın yüzünü görebilmek için. Bir ısırık daha alıyor ve günün ışığı zırhından belli belirsiz yansıyor.
Önümde bir adam duruyor. Her şey yokluk içinde. Kaygılarına biçtiğim değere eş.
Işığın şövalyesi Lathander'in gözdesi. Bir başka ışığın parçasıyla buluşuyor.
Omzuna elimi koyduğumda adam arkasına bakıyor. Yüzünde tatlı bir ifade var. Saflığın ve neşenin ifadesi. Gözleri parlıyor. Gülümsüyor. Beni tanıyor. En az benim onu tanıdığım kadar.
Yüzü ve bedeni tamamen bana dönünce etrafındaki yaşam da belirginleşiyor. Hayat, tüm akışıyla hız kazanıyor. Aç gözlü kalabalıklar; mal, mülk, para, kadın, dedikodu ve daha nice ilgim dışında kalan süfli telaşeler filizleniyor.
Hepsinden gayrıyım.
İsmimi veriyorum.
İsmini veriyor.
"Yoldaşım ol." diyorum.
Kabul ediyor.
Bir ışık bir diğer ışığa yanaşıyor. Parlaklığı ve aydınlığı artan yine "ışık" oluyor.
Şehrin kalbinde atan nabzı hala hissediyorum. Fakat şimdi daha güçsüz.
Derinlerde karanlığa kan pompalıyor. Kara evlatlar doğuruyor. Işıksızlık, onursuzluk ve merhametten yoksunluk sofrası. Kendine müritler çağırıyor. Bu bizim için kazılmış bir kuyu.
Boğulalım diye. Fakat
kardeşlere bir yürümeleri için güneşten izin de çıkıyor. Yürüyorlar.Merkezimize varıp günler ve haftaları geride bırakıyoruz. Kubbenin ışığı topladığı ve dağıttığı rehberimiz.
Olanlar, bitenler. Kül ve hastalık..
"Gül Kubbe, keşke.." diyorum. Keşke..
Bugün bile, pek eksik.
Onu ve nice anı özlüyorum.
Dolu dolu bir damla gözümde birikiyor. İçime akıtıyorum.
-----------Crimmor'da bir eve uğruyorum.
Kapıyı yaşlıca bir kadın açıyor. Beni sorgusuz içeri alıyor. Konuşulmuyor.
Ağır bir sessizlik eve yayılmış, kalmış. Heybemden bir gül çıkarıp ileride merdivenlerin başında beni karşılayan yuvarlak masanın üstüne bırakıyorum. Crimmor'da bir eve giriyorum ve sessizce ikinci katına çıkıyorum. Ahşap merdivenlerin basamaklarını çıkmak ölüm gibi. Her gıcırdayış yüreğimden parçaları beraberinde götürüyor.
Bir zamanlar bu basamaklardan birinin heyecanla indiğini duyar gibi oluyorum. İçim yarılıyor ve acılar hücum ediyor. Küçük kor kırmızı gülleler muazzam süratte yüreğime çarpıyorlar. Güç de olsa kalan sarmal basamakları da tırmanıp etrafıma dikkat etmeyerek adımlarımın beni taşıdığı geniş odaya giriyorum. Heybemi indirip odaya bakabiliyorum. Gözlerim ve ciğerimde bir yangın taşıyorum.
Crimmor'da bir ev. İçinde büyük bir yük barındırıyor. Duvarlar bu ağırlığı nasıl taşıyor! Kimse bu ağırlığı fark etmiyor. Kimse bu evi fark etmiyor. Kimse fark etmiyor.
Crimmor'a ilerliyorum. At üstünde, içimden iç sökülüyor. Bütün bu geçen aylara ve günlere rağmen yüzüme sicim gibi çarpan yağmuru bir cezalandırma kabullenip beni aşındırıp toz edene kadar atımı mahmuzluyorum.
Olmuyor. Gerektiği gibi ölemiyorum. Bir başkası, yaşamalı iken.. Elmasını aşkla yiyebiliyorken, onun tadına varırken kokusunu dahi alabiliyorken üstelik. Olmuyor, ben ayakta duramıyorum.. bir başkası, tanıdıkları sevdikleri ve sıcak gülümselerini toprağa vermişken, ben nefes alamıyorum.
Crimmor'da, sessizliği beni yıkıp geçen ahşap bir evdeyim. Şimdi bulunduğum odada batmış bir güneşin yansımaları var. Yatağı, sunağı ve zırhı var. Kılıcı , kalkanı..
Duvarda asılı duran kutsal eşyaların üstünde, Güneşimiz var. Lordumuz var.
Artık kaç parçayım bilmiyorum.
Yine kendime gelir gibi oluyorum.
Masada bir günce duruyor ve karnımdaki derin açlığın sesi odada ciyaklarken sayfasını aralıyorum.
Bu..
Sanki okumayı yeniden öğrenir gibi harflere takılı kalıyorum.
"Dostum Rivol'e.." diye başlıyor..
Ve gözlerimde biriken, içime değen ne varsa artık benden azat oluyor.
Çığlıklar, biriktikleri hücrelerden çılgın mahkumlar gibi çıkıyor!
Dünyam kararıyor..
Tüy kadar hafif olmayan bir düşüş beni kendime getiriyor.
Sürünüyorum.
Oda bana sanki, "yapma, kalk" diyor.
Duymuyorum.
Günceyi alıp, heybeme yerleştiriyorum.
Merdivenlerden yarı bilinçsiz iniyorum.
Yolum uzun.. Artık intikamım şehirleri kasabaları aşıyor.
Yönüm yörem belli.
Bu hüzün kokan evden ayrılıyorum.
Onu öpüyorum.
Bir kardeş, aynı bedende iki can bilip,
Onu bağrıma basıyorum.
Belimde asılı ağır keseyi masaya bırakıyor, gülü alıyorum..
İhtiyar kadın yalnız ve küçücük bedeniyle bu evde yaşıyor.
Bunu kimse fark etmiyor.
Bana kapıyı açıyor, gözlerinden af diliyorum..
Yüreği öyle büyük ki.
Bana; "oğlum" der gibi bakıyor.
Sarılıyor. Bir çocuk gibi.
Tüm acısına rağmen beni kendime getiriyor.
Hiçbir zaman ne demek olduğunu bilmediğim,
Anneyi o an öğreniyorum.
Bir kaç dakikalığına da olsa.
Acım hafifliyor.Ne olursa olsun,
Ona bu acıyı yaşattığım gerçeği değişmiyor.
Ne kadar geçiyor bilmiyorum.
Çıkıyorum.
Kılıcım, kınında adeta yanıyor.
Artık Murann benim için bir harabe.
Onu ve içindeki karanlığı yok etmeden,
Bana ölmek yok!
Hava serin.
Şafak söküyor,
ve
Gün, yeniden doğuyor.