Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Dağ Evi Thand-Kaldia yolundan ayrılıp da kuzeye doğru yükselen tepelere tırmanmaya başlayalı bir gün oldu. Günün sabahında rastladığınız ipuçlarını takip ederek ulaştığınız terk edilmiş bir dağ evinde, biraz olsun ısınmaya ve yolculuğunuzun şu ana kadar geride bırakmış olduğunuz kısmını düşünmeye fırsatınız oluyor. Kasaba yolu üzerindeki korulukta, yerini Inilius'un bildiği buluşma noktasında yarı-elf Nindrol ve yoldaşı Jens ile dün sabah bir araya gelmiştiniz. Bu yoldaşın normalde Merric adlı bir buçukluk olması gerekiyordu, ama yarı-elfin yanında gördüğünüz kişi tipik bir kuzeyli insandı. Nindrol pek keyifli görünmüyordu ve bu konuyu tartışmaktan kaçınmıştı. Yanınızda taşıdığınız mahfazayı onlara teslim ederek, kendi yolunuza gitmek için ayrılmaya hazırlanmıştınız. Sizin nereye gittiğinizi bilmiyorlardı ve bu konuda soru da sormamışlardı. Civardaki tehlikeleri sizden daha iyi bilen Jens, siz onlardan ayrılmadan önce bazı ikazlarda bulunmuştu. Bölgedeki mağaraları ve dağ kulübelerini mesken tutmuş olan haydutlardan, kanunsuzlara göz açtırmayan yaban muhafızlarından, derin vadilerde gizlenen goblinlerden ve bu mevsimde geceleri havanın çok soğuk olacağından bahsetmişti. Görüşmeniz beş dakikadan fazla sürmemişti. Kısa bir vedalaşmadan sonra Nindrol ve Jens yollarına kuzeydoğu yönünde devam ederken, siz de koruluğun gölgesinden çıkmamaya çalışarak en yakınınızdaki tepenin arkasına dolanmış, buradaki ince ve korunaklı yollardan hafif bir tırmanışa geçmiştiniz. Ziyaret ettiğiniz dağ evi, iki tarafı da karlı tepelerle çevrili olan küçük bir dağ yolu üzerinde bulunuyor. Buraya Thand-Kaldia yolunu yüksekten gören sırtları aşarak ve vadilerin içlerindeki dağ patikalarından geçerek ulaştınız. Dün geceyi bir mağarada, küçük bir ateşin başında geçirmiştiniz. Bugünkü yolculuğunuzun ortalarında da bu eve rast geldiniz. Hem bu yeni mekânı keşfetmek, hem de biraz dinlenmek için kısa süreliğine durmuş bulunuyorsunuz. Bu eski ve bakımsız yere pek gelenin gidenin olmadığı anlaşılıyor. Ama bu, evin kullanışsız veya korunaksız olduğu anlamına gelmiyor. Sağlam bir çatının altında, hâlâ ayakta olan duvar ve kapıların ardındasınız. Evin bakımsız olan kısımları daha çok içeriyi donatan unsurlar. Pencere ve camlar kırık, mobilyaların çoğu hasar görmüş ve ortalığa dağılmış durumda. Evin salonunda, bakınca pek de bir şey ifade etmeyen kap, kacak, iplik, bıçak, bez veya çuval gibi, çoğunluğu tozlar altında kalmış ve eskimiş olan bazı eşyalar göze çarpıyor. Odanın bir kenarında asılı eski püskü bir kürk de var. Molanızı bitirmeye karar verdiğiniz zaman, yolculuğunuz dağ evinin önündeki patikadan yükseklere doğru devam edecek. Gizli 2d9+3 : 3, 8 + 3, toplam sonuç 14 Gizli 2d9 : 5, 6, toplam sonuç 11 |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Dağ Evi Inilius: Gözlerin güneye bakan pencerede, manzaradaki uzak bir noktada bir hareket yakalıyor. Gördüğün şeyin ne olduğunu anlayabilmek için pencereye hafifçe yaklaştığında, uzaktaki birkaç ağacın ortasında yere çömelmiş olan birini görüyorsun. O taraftaki karların üzerini ve çevreyi inceliyor. Orası, sizin de buraya varmak için bir süre önce geçtiğiniz hat. Onu yalnızca bir an için görüyorsun. Adam dağ evinden tarafa kaçamak bir bakış attıktan sonra, kar-kaya yığınlarının ve ağaçların oluşturduğu bir örtünün ardına geçiyor ve görüşünüzden tamamen kayboluyor. Hislerin bunun sizden uzaklaşmak için değil, gizlenmek için yapılan bir hareket olduğundan emin. Eğer gözlerin (ve havadaki kar tanecikleri) seni yanıltmıyorsa, silahlı ve zırhlı bir adamdı. Gizli 2d9+2 : 6, 1 + 2, toplam sonuç 9 |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Dağ Yolu, 14:00 El işaretleriyle anlaştığınız birkaç saniyenin ardından, dağ evinden ayrılmaya karar verdiniz. Inilius evin içindeki birkaç parça eşyayı hızla toparlıyor. Evin ön kapısından çıkmak, sizi takip eden (veya bir ihtimalle şu anda evi gözetleyen) yaban muhafızının işini kolaylaştırırdı. Bu yüzden evin arka tarafında bulunan ve kör sırtlara bakan pencereden çıkıyorsunuz. Eninde sonunda ana tırmanış patikasına geri dönmek durumundasınız, eğer devam etmek istiyorsanız şimdilik başka seçeneğiniz yok. Lâkin, kesin olmasa da, tepeleri örten kayaları, kar kümelerini ve seyrek ağaç gövdelerini kullanarak bu patikaya daha yukarılardaki bir noktadan fark edilmeden çıkma şansınız mevcut. Bunu başarırsanız biraz zaman kazanmanız mümkün. Bu konuda elinizden geleni yaparak tırmanış hattına geri dönüyorsunuz. Gizli 2d9+3 : 7, 5 + 3, toplam sonuç 15 Gizli 2d9 : 7, 7, toplam sonuç 14 Hemen ardından sizin için hızlı ve yorucu bir tırmanış başlıyor. Patika, karlı sırtların üzerinde gelişigüzel serpişmiş kayaların ve uçurumların kenarından kıvrıla kıvrıla yükseliyor ve belirli bir noktadan sonra sağa doğru kıvrılarak yön değiştirmeye başlıyor. Bu sebeple, dağ evinden ayrıldıktan kısa bir süre sonra aşağı tarafları, yani dağ evini ve oraya doğru yükselen patikaları iyi görememeye başlıyorsunuz. Bu noktaya ulaşana kadar düzenli bir şekilde geriye doğru bakmış, takipteki muhafızın (veya muhafızların) durumunu görmeye çalışmıştınız. Lâkin korunaklı kulübeye giren, çevresinde dolaşan veya tırmanmakta olduğunuz bu son dağ yolunda peşinize düşmüş olan hiç kimseyi görmemiştiniz. Karlı ve taşlı yürüyüş hattını bir süre daha takip ederek, tepesinde büyük kayaların ve yüksek ağaçların bulunduğu bir sırta ulaşıyorsunuz. Şimdi tam karşınızda, Kaldia'nın kuzeyine doğru uzanan dağ sıralarının bir manzarası var. Burası, sahip olduğu yükseklik ve panoramik görüntü sayesinde yön tayin etmek ve çevrede olup bitenlerden haberdar olmak için gayet uygun bir nokta. Yolun buradan sonrası, sizi sırtın arka tarafından rahat bir biçimde aşağılara indiriyor, zaman zaman da küçük düzlüklerden geçiriyor. Ne var ki, bu rahatlama yalnızca karşınızdaki duvar misali dağlara yeniden tırmanmaya başlayana kadar sürecek. Gizli 2d9+3 : 5, 2 + 3, toplam sonuç 10 Gizli 2d9 : 2, 6, toplam sonuç 8 DM: Anlatımım bir iletiyle daha devam edecek. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Dağ Yolu, 15:00 Inilius: Üzerinde bulunduğunuz sırtın tam sağınıza doğru devam eden kısmının devamında bir mağara keşfediyorsun. Manzaranın içine gizlenmiş bu detay, dikkatli olmayan gözler tarafından fark edilmeyebilir. Küçük bir girişi var ve uzaktan bakınca korunaklı görünüyor. Lâkin oraya doğru giden doğru düzgün bir yol yok. Kayalık ve karlı sırtın üzeri boyunca yürüyerek, küçük bir tırmanış noktasını[1] ve kayıp düşme tehlikesinin olduğu başka bir sarp noktayı[2] geçmek gerek. Mağara yolunuzun üzerinde değil. Oraya gitmek-gelmek, sizi ana yol hattınızdan sağ tarafa doğru çıkarır. Manzaranın diğer kanadında, yani solunuzdan ileriye doğru uzanan ve bir uçurumla noktalanan sırtın en ucunda, kendisi de çevresi gibi bakımlı görünen başka bir kulübe gözünüze ilişiyor. Bacasından tüten dumana bakılırsa, içeride yaşayan birileri de var. Oraya gidip gelmek mağaraya gidip gelmekten daha kolay görünüyor. Yine de kulübeye uzanan yol pek kısa sayılmaz. Tepelerin üzerinden koca bir tur atmanız gerekiyor. Eğer buralarda oyalanmadan Riag Verhaal yolunda hızlı bir biçimde aşama kaydetmek istiyorsanız, tam önünüzden aşağıya doğru uzanan dağ yolunu takip etmeniz yeterli olacak. DM: Rotanızı tayin ederek ne yapacağınıza karar verene kadar, oyunu kendi aranızda sürdürebilirsiniz. Oynama sırasını takip etmeseniz de olur. Gideceğiniz yöne karar verdiğinizde, oyunu ben devralacağım. |
1. | Athletics |
2. | Survival |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Sırt Yürüyüşü, 15:30 Inilius'un gözünden kaçmayan mağara girişine doğru, kayalık sırtın üzerinde yürümeye başlıyorsunuz. İzleyeceğiniz hattın bazı kısımlarında hafif buzlanma, yer yer de kar birikintileri mevcut. Birilerinin sizi azimle takip etmesi hâlinde izinizi kaybettirmeniz bu hat üzerinde de mümkün olmayabilir, ama şansınızın daha yüksek olacağı bariz. Koca bir kayalık basamağı andıran tırmanış noktasına çok geçmeden ulaşıyorsunuz. Çevresinden dolanma şansınız yok. Sizi yukarıya çıkarabilecek başka bir rota da görünmüyor. Bu doğrultuda, tırmanılabilecek en uygun noktanın dibine kadar geliyorsunuz. Kayalar keskin, karanlık ve buz gibi soğuk. Bu engelin hayatî bir risk oluşturduğu söylenemez, ama tırmanışta bocalarsanız size vakit kaybettirebilir. Inilius: Halat sende. Doderic senden daha hafif olduğu için, senin onu yukarı çekme şansın daha yüksek olacak. Bu yüzden tırmanış önceliği de sende. Kaya Duvar (Athletics 8) Inilius tırmanıyor 2d9 : 7, 4, toplam sonuç 11 DM: Devam edeceğim. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Sırt Yürüyüşü, 15:40 Kaya yükseltiye tırmandıktan sonra mağara ile aranızda yalnızca kısa bir yürüyüş yolu kalıyor. Büyük oranda karlı olan bu yolu geçmek ilk bakışta kolay görünüyor, ama altınızda uzanan zemin mağaraya yaklaşıldıkça daralarak, en sonunda sol tarafı uçurum olan ince ve kaygan bir patikaya dönüşüyor. Sadece birkaç adım uzunluğunda olan bu patikayı geçer geçmez kendinizi mağarada bulacaksınız. Lâkin, önce onu geçmeniz gerek. Rüzgâr etkisini zaman zaman artırıyor, bazen de durularak sizi mutlak bir sessizlikte bırakıyor. Bir yerlerden, çok uzak olması gereken bir yerlerden derin ve ağır bir gümbürtü kopuyor. Kulağınıza çalınan bu cılız ses, yüksek ihtimalle düşmekte olan bir çığa ya da kırılan buz parçalarına ait. Bu tehlike her neredeyse, siz ona oldukça uzak sayılırsınız. Yine de, birkaç saniye önce aşağılardan bir yerden gelen bir düdük sesi sizin için tehlike anlamına geliyor olabilir. Bu yeni gelişme doğrultusunda adımlarınızı hızlandırıyorsunuz. Kaygan Patika (Survival 7) Doderic patikada ilerliyor 2d9 : 5, 2, toplam sonuç 7 Inilius patikada ilerliyor 2d9 : 8, 3, toplam sonuç 11 DM: Devam edeceğim. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 15:45 Kaygan patika üzerinde dikkatli adımlar atarak ilerlediniz. Doderic'in geçişi sırasında, onun minik ayaklarına yakın bir noktada bulunan büyük bir buz kütlesi de kayalardan kopmaya karar vererek aşağılara, sivri kayaların üzerine düşüyor ve onlarca parçaya ayrılıyor. Bu durum, yarattığı anlık gerilim haricinde sizin için bir tehlike veya engel oluşturmadı. Patikanın karşı tarafına, mağaranın gölgesine doğru çabucak geçiyorsunuz. Mağaranın içine doğru ilerledikçe ürkütücü ıslıklar çalan rüzgârdan ve püsküren karlardan uzaklaşıyor, kendinizi uğultu mu sessizlik mi olduğunu anlayamadığınız bir boşluğun kucağında buluyorsunuz. Toprağın, kayaların ve köklerin kokuları burnunuza doluyor. Başlarda her şey çok karanlık geliyor, ama mağaranın biraz içerisinde yanmakta olan ateşlerin de yardımıyla, gözleriniz çabuk alışıyor. Evet, mağarada ateşler yanıyor (!). Üstelik, içeride birisi var. Ateşlerin arka tarafında, bir kayanın üzerinde oturan, omzunda eski ve geniş bir kılıç taşımakta olan birini görüyorsunuz. Tıknaz vücuduna, boğum boğum kaslarına ve gür sakalına bakılırsa bu bir demirduvar cücesi. Derin ve hırıltılı soluk alıp verişleri, bitkinlik veya umutsuzluk olabilecek bir tavrın ipucunu veriyor. Cücenin kılıcı taşıma biçimi tehditkâr olmaktan ziyade tedbirli. Cüce yerinden kıpırdayacak gibi durmuyor. Mağaranın başka bir köşesinde, yerde kocaman ve karanlık bir kütle var. Hareketsiz olmasına rağmen bakınca tehlike hissi uyandıran bir kütle... Loş bir köşede durmasına rağmen renk tonundaki fark nedeniyle hemen göze çarpıyor. Dev bir örümceğin tüylü, ürkünç ve çoktan ölmüş bedeni bu. Yakınlarında bir yerlerde, aynı oranda ölmüş ve bir süre önce bu dünyadan solup gitmiş olan bir insanın bedeni uzanıyor. Gördükleriniz, karşıdan size bakmakta olan cücenin neden bitkin ve solgun göründüğünü açıklıyor. Ölümcül bir savaştan sağ çıktığı belli. Darbe almış ve büyük ihtimalle zehirlenmiş ama hâlâ nefes alıyor. Ne yazık ki yoldaşı onun kadar dayanamamış. Eşyaları sağa sola dağılmış olan adam için artık hiç umut yok.
Mağaranın içerisinde hava temiz. İçeriye giriş istikametinizi dik kesen açılarla, sağdan veya soldan gelebilen taze hava akımları mevcut. Dinlenmek için ideal bir yer. DM: Merl Gorgar'ın gruba katılacağı sahne. Kendi aranızda özgürce konuşabilirsiniz. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 16:15 Doderic: Inlius sana adınla seslendi, mağaranın gün ışığına açılan girişini göstererek bir şeyler söyledi. Verilen tüm kararlar ve yapılmaya başlanan tüm işler, hem karanlığın hem de kendini ifade edemiyor olmanın yarattığı belirsizlikte, genellikle hızlı bir biçimde gelişiyor. Açlıktan, yorgunluktan, soğuktan ve yer yer kendini hissettirmeye başlayan çaresizlik hissinden dolayı birbirinizi sorgulamıyor, yargılamıyorsunuz... Böylece onların yanından ayrılıyor, aydınlığa doğru çıkan düzensiz basamakları çıkıyorsun. Onları bıraktığında sivri kulaklı arkadaşın cücenin kolundaki yaraya bakıyordu ve bir şeyler yapma telaşı içindeydi. Mağaranın ağız kısmındaki güvenli bir noktaya geçerek, artık yalnızca belirli bir kısmını görebildiğin dağ yolunu, aslında yol bile denemeyecek yürüme hattını izlemeye koyuluyorsun. Karlar zerrecik dalgaları şeklinde akın ederek, mağaranın giriş kısmının zemininde ince, kum gibi örtüler oluşturuyor. Kışlık giysilerinin kapşonunu çekiyor, kendini soğuktan korumaya çalışarak nöbetini sürdürüyorsun. Aradan belki yarım saat kadar geçiyor ama geldiğiniz yönde ne bir gelen, ne de başka bir hareket görüyorsun. Peşinize düştüklerini tahmin ettiğiniz kimselerden yana bir ipucu yok. Görebildiğin tek dikkate değer şey, tam önündeki uçurumun aşağısında bulunan karlarla örtülü vadide yakaladığın bir hareket. Yarı yarıya karlara batmış ve tahminen senin boylarında olan birisi, vadi zemininin beyaz örtüsünü yara yara, uçurumun senin bulunduğun kısmının dibine doğru yaklaşıyor. Sırtında bohça gibi bir şey taşıyormuş gibi görünüyor. Üzerinde senin bulunduğun uçurum duvarının dibine kadar sokuluyor, sonra da duvarın içinden geçmiş gibi gözden kayboluyor. Tam bu esnada kulağına bir iki zayıf ciyaklama çalınıyor, bu sesin kaynağının aşağıdaki kişi olduğunu tahmin ediyorsun. Duvarın içinde kaybolduktan sonra onu bir daha görmüyorsun. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 16:45 Inilius & Doderic: Kısa bir planlamanın ardından Merl'i mağaranın girişine gönderip siz de aksi yöne, soğuk ve uğultulu boşluğun içerisine doğru ilerlemeye başladınız. Meşalenizin ışığı, her tarafınızı kuşatmış olan karanlığı dağıtarak mağaranın nemli hatlarını biraz olsun ele veriyor. Bastığınız yere dikkat etmeniz gerekiyor, zira mağara zemini kaygan ve engebeli. Yeni yoldaşınızın ağır adımları arkanızda git gide uzaklaşırken, siz de zayıf ışığınızın ve kulaklarınızın rehberliğinde, Inilius'un az evvel yakalamış olduğu işitsel ipucunu takip etmeye koyuluyorsunuz. Doderic başı çekiyor. Inilius da hemen arkada ve meşaleyi taşıyarak destek oluyor. Mağaranın daha derin olan kısmının duvarlarına biraz göz gezdirince, karşıdan bakan bir kişinin fark edemeyeceği bir açı yaparak kayaların içine doğru devam eden incecik bir pasajı her ikiniz de fark ediyorsunuz. Taze hava akımının cereyan ettiği başlıca yer burası. Görünürde yürüyerek devam edebileceğiniz başka bir açıklık yok. Doderic bu dar yarıktan kolayca geçerken, Inilius'un birazcık gayret göstermesi gerekiyor. Yer yer kaymamak için kenarlara tutunarak, yer yer de geçebilmek için kenarlara sürtünerek ilerlediğiniz bu daracık pasaj, yedi-sekiz metre kadar sonra sizi geniş bir açıklığa çıkarıyor. Burası dağların altında gizli kalmış, boylu boyunca uzanan, geniş bir yarık-mağara. İnce pasajdan buraya çıktığınız anda, kendinizi bu derin yarığın sağ kenarındaki ince bir taş patikada buluyorsunuz. Sol tarafınız aşağıya doğru derinleşen dik bir uçurum. En yukarıda, yarığın tavanı denebilecek erişilmez yüksekliklerde, gökyüzünü ve gün ışığını içeriye buyur eden küçük boşluklar var. Yarığın iç kısmı bu yüzden kısmen aydınlık sayılır. Taş patika hafif bir eğimle aşağıya doğru, içerideki ışığın görmenize müsaade ettiği yerlere (ve ötesine) doğru uzanıyor. Bir ışık kaynağına artık ihtiyaç olmadığı için, Inilius yanmakta olan meşaleyi söndürüyor. Sesler işte burada belirginleşiyor. Patikanın aşağılarında, bulunduğunuz yerden görmenizin mümkün olmadığı bir noktada birisi (veya birileri) var. Kulaklarınız, zaman zaman bir viyaklamayı -veya serzenişi- andıran o tiz mırıldanmayı yeniden yakalıyor. Bu mırıldanmaya bazen keskin ve metalik gürültüler karışıyor. Artık bu seslerin kaynağına çok uzak değilsiniz. Siz bu titreşimleri nasıl rahatça duyabiliyor ve ayırt edebiliyorsanız, bu mesafeden sizin gürültünüzün de rahatlıkla duyulabilmesi mümkün olur. Şu ana kadar oldukça sessiz bir biçimde hareket ettiniz. Duyduğunuz sesler her neye veya kime aitse, onun sizi duymuş olabileceğine veya tehlike hissine kapılmış olabileceğine dair hiçbir ipucu yok. Aşağıda her ne işle meşgulse, aynen devam ediyor. Taş patikadan aşağıya, olabildiğince sessiz ve dikkatli bir biçimde devam ediyorsunuz. Gizli 2d9+3 : 2, 8 + 3, toplam sonuç 13 Gizli 2d9 : 6, 3, toplam sonuç 9 Gizli 2d9 : 3, 9, toplam sonuç 12 Gizli 2d9+3 : 8, 1 + 3, toplam sonuç 12 |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 16:45 Merl: Sivri kulaklı yeni yoldaşının toprağa çizerek anlattığı planı az çok anlıyor, bu plana riayet ederek mağara girişinde gözcülük etmeyi kabul ediyorsun. Yarı-elf küçük yoldaşıyla birlikte mağaranın derinliklerinde kaybolurken, sen de rüzgârın daha sert estiği mağara girişine doğru ilerliyorsun. Gizli bir köşede kıpırtısız bir biçimde oturacağın ve buraya doğru gelen karlı sırtları gözleyeceğin bir yere... Bu iki adamın peşinde birileri var. Sana el işaretleriyle anlattıkları şeylere ve aceleci gibi görünen tavırlarına baktığında bunu anlamak senin için pek de zor olmadı. Hem Rolandus'a olanlarla ilgili kederini, hem de yaralarının acısını bastırmaya uğraşarak mağaranın girişindeki korunaklı bir noktaya yerleşiyorsun. Gözlerin buraya doğru uzanan karlı tepeleri, kayalık sırtları ve aşağılara kadar uzanan dağ yollarını tarıyor. Mağarayı keşfe çıkan arkadaşlarının sesleri git gide uzaklaşıyor. Bir süre sonra, mağaranın ağzında ıslık çalan rüzgârlardan başka hiçbir ses duyamaz oluyorsun. Aradan yaklaşık onbeş dakika kadar geçiyor. Rolandus'un her geçen dakika biraz daha fazla buzlaşan kıpırtısız bedeninin yanıbaşında, onu bu hâle getiren aşağılık canavarın rahatsız edici gölgesinde, on beş koca dakika... Sivri kulak ve buçukluk şimdi kim bilir nerededir? Aniden, kafandaki tüm bu sesleri susturacak olan yeni bir gelişme oluyor. İleride, buraya doğru uzanan karlı sırtların uzak bir noktasında, elinde uzun bir değnek taşıyan birisi beliriyor. Az önce orada değildi ama kayalara tırmanıp da sırtın zirvesine ulaşır ulaşmaz görüş alanına girdi. Yabancı bir süreliğine soluklanıyor ve bir dakika kadar etrafına bakınıyor. Eğer yanlış görmediysen, bir ara dağların aşağısında bulunan ve senin göremediğin bir noktaya doğru bir el hareketi yaptı. Daha sonra vakit kaybetmeksizin kayalık sırtın üzerinde yürümeye ve sizden tarafa doğru gelmeye başlıyor. Adamın seni görüp görmediğini bilmiyorsun, senin bulunduğun gölgeleri o mesafeden görmesi pek muhtemel değil. Ama şurası kesin ki, adam doğru iz üzerinde ilerliyor. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 16:50 Inilius & Doderic: Taş patikadan aşağıya doğru bir müddet daha ilerleyince, onu görüyorsunuz. Sol tarafınızda kalan uçurumun aşağısında, ilerideki bir karanlık köşeden dönerek aniden ortaya çıkıyor. Geniş omuzlu, fazlasıyla cüsseli, kıllı bir yaratık bu. Böyle bir şeyi ikiniz de hayatınızda ilk defa görüyorsunuz. Sırtı o kadar büyük ve kambur ki, yukarıdan bakınca koca kafası vücudunun tam ortasındaymış gibi görünüyor. Goblinlerin dağlarda yaşayan daha büyük türlerinin olduğunu duymuştunuz. Bu yaratık belki de onlardan biri. Kudurmuş bir hayvanınkine benzeyen hırıltılı sesler çıkarıyor. Onu artık çok daha net duyabiliyorsunuz. Arada bir veya iki kelime telaffuz ettiği oluyor, ama ne dediği hakkında en ufak bir fikriniz yok. Hızlı hızlı oradan oraya gidip duruyor; huzursuz ve tehlikeli bir hâli var. Kısa bir yay ve oklar taşıdığını çok geçmeden fark ediyorsunuz. Yaratık kendini gösterdikten bir süre sonra, dipteki yol boyunca yürümeye başlayarak sizin ayağınızı bastığınız patikanın duvarının tam aşağısına doğru yaklaşmaya başlıyor. Sizi gördüğüne dair hiçbir bulgunuz yok, özellikle de başı çeken Doderic patikanın kenarına bu kadar iyi gizlenmişken. Aşağıdaki mahlukat kendi işiyle, veya kovaladığı şey her ne ise onunla meşgul. Ta ki Inilius'un ayağını bastığı kayalık kenarın bir parçası yerinden kopup da, yanına bir demet küçük taşı ve tozu toprağı da alarak bu yaratığın önüne düşene kadar... Önce kısa bir sessizlik oluyor. Inilius'un düşmemek ve geriye doğru toparlanmak için bir hamle yaptığı, göreceli bir sessizlik... Bir nefes alınıp verildikten sonra, aşağıdaki kıllı mahlukat birden galeyana geliyor. Bağırıp, çağırıp oradan oraya sıçradığını duyuyorsunuz. Hatta sizin etrafınızda bulunan kaya duvarlardan birinin üzerinden körlemesine atılmış bir ok bile sekiyor. Yaratığın sizi gördüğünden bu sayede emin oluyorsunuz. Kıllı cüssenin koşturan ağır ayaklarının sesi tüm mağarada yankılanıyor. Az önceki -beklenmedik bir çabuklukla yapılmış- ok atışı, atış açısının imkansızlığı nedeniyle isabet kaydetmemişti. Şimdi ikiniz de, goblin yarmasının daha uygun bir açıya doğru koştuğunu biliyor, hissediyorsunuz. İncecik bir taş patikanın üzerindesiniz. Saklanacak hiçbir yer yok. Sırayla oynayacağız. Hamle önceliği için zar atışları geliyor. En yüksek atan, önce başlayacak. Doderic 2d9 : 3, 2, toplam sonuç 5 Inilius 2d9 : 7, 4, toplam sonuç 11 Hobgoblin 2d9 : 9, 7, toplam sonuç 16 |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 16:51 Inilius & Doderic: Aşağıdaki yaratığın yaptığı ilk saldırının ardından, siz henüz toparlanmaya bile fırsat bulamadan ikinci bir atış geliyor. Bağırıp duran goblin yarması düşündüğünüzden daha hızlı çıktı. Hızla sizi daha net görebileceği bir yere geçti, ve yine zor bir açıda da olsa ikinci okunu gönderdi. Hobgoblin Inilius'a nişan alıyor. Dezavantajlı atış. 2d9v9 : 6, 1, toplam sonuç 7 DM: Inilius'un da, Doderic'in de savunması 10. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 16:52 Inilius: Yaşanan tehlike anlarında, hem savunma içgüdünün hem de şansının yardımıyla vurulmamayı başarıyor ve goblin yarmasına doğru ilk atışını yapıyorsun. Hem loş ışık hem de patikadaki zor durumun nedeniyle gönderdiğin okun izlediği çizgiyi göremedin, ama kulakların yine iş başında. Önce zincir sesini andıran metalik bir "Kling!" sesi duyduğunu sanıyorsun, hemen ardından kıllı yaratığın kısa feryadı duyuluyor. Atışının isabet kaydettiğini böyle anlıyorsun. Buçukluk az önce senin yanındaydı, ama sen ayaklarınla basacağın sağlam yerler bulup da savaş pozisyonu alana kadar, küçük dostun çoktan fırlamış gitmiş. Onu, taş patikadan aşağıya doğru hızla inerken bir anlığına görüyorsun. Doderic: Sivri kulaklı arkadaşının aşağıdaki goblin yarmasına hızlı bir karşılık vermesiyle birlikte, senin için de birkaç kıymetli saniye doğdu. İnce taş patikadan aşağıya doğru fırlayıp hızlı bir şekilde dipteki yola indiğin, bunu yaparken de fark edilmediğin birkaç kıymetli saniye... Aslında inişin biraz paldır küldür oldu, eğer kıllı yaratık şu anda Inilius'la uğraşıyor olmasaydı seni hemen fark ederdi. Ama galiba yoldaşın goblin yarmasını okla vurdu. Yaratığın acı dolu böğürtüsü bunun işareti. Seninle neden ilgilenemediğinin cevabı da bu olabilir. Birinizin yay kirişine yeni bir ok takmakla, diğerinizin de taş patikadan aşağıya inmekle meşgul olduğu anlarda goblin yarması da hareketleniyor. Her ikiniz de onu, aşağıdaki kocaman bir kaya parçasının arkasına doğru fırlarken gördünüz. Yaratık koca cüssesine rağmen saklanmayı ve görüşünüzden tamamen çıkmayı başarıyor. Inilius: Yaratık koca bir kaya parçasını kendine siper etti. Bu durum böyle devam ettiği sürece ne onun sana, ne de senin ona atış yapman söz konusu olmaz. Lâkin aşağıdaki kayaların ve yolun durumuna göz gezdirdiğinde şunu anlıyorsun: Eğer bu goblin daha uzaklara kaçmaya karar verirse, yeniden senin görüş alanına ve nişangâhına girmek zorunda. Doderic: Dağların dibindeki kayalık yola varmana birkaç saniye kala goblinin son hareketini gördün. Aşağıda kendine korunaklı bir köşe bulduğunda, goblinin bulunduğu yöne doğru bakıyor ve bütün durumu net bir biçimde görüyorsun. Şu anda, sizin patikadan aşağıya iniş yönünüzün tam tersi istikamete bakmaktasın. Goblin o tarafta bir yerlerde, kaya duvarların dibindeki büyük taşlardan birinin arkasına sinmiş durumda. Eğer yükseklere bakarsan, geçmiş olduğunuz bütün o zorlu taş yolu, ve hâlâ o yolun üzerinde olan dostun Inilius'u görebiliyorsun. Lâkin, gözlerini yeniden dipteki yola çevirip de sizin yürümüş olduğunuz yüksek patikaların alt kısımlarına baktığında, orada, Goblin'in saklandığı yerin arka tarafında daracık bir tünel görüyorsun. Yukarıdan görememiş olduğunuz, öteki ucunda şekil olarak bir çatlağı andıran beyaz bir ışığın olduğu, karanlık bir tünel. Eğer yer-yön olarak yanılmıyorsan, burası yukarıdaki rüzgârlı mağaranın giriş kısmından aşağıya bakarken gördüğün vadiye açılan kısım. Goblin yarması buraya gelirken bu tüneli kullanmış olmalı. Ve bir şeyi daha anlıyorsun: Goblin aynı yolu buradan çıkmak için de kullanabilir. Yaratık o kayanın arkasına saklanmakla kendini güvenceye almakla kalmamış, tünele giden yolu da yarılamış! Diğer tarafta, yani senin tam arkanda, dipteki kayalık yol dağların bilinmez derinliklerine doğru devam ediyor. (https://www.karamigfer.com/images/anberathrpg/sogukhudutlar/combat_map_hobgoblin.jpg) DM: Haritanın dandikliği için kusura bakmayın :) |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 16:52 Merl: Artık onların seslerini duyabiliyorsun. Kendine siper ettiğin mağara duvarının köşesinden bakınca görüş açın pek iyi olmasa da, en azından üç kişinin karlı sırtları aştığını ve mağaraya geçişi sağlayan uçurumlu patikanın karşı tarafına kadar geldiğini anlıyorsun. Onlara dikkat kesildiğin şu son dakikalarda bir şeyin daha farkına varıyorsun: Bu adamlar karlı tepelerde ve sarp kayalarda yürümekte deneyimliler. Arazinin onları yavaşlatmadığı bir gerçek. Adamlar son büyük sırtı da aşarak patikanın tam karşısına ulaşana dek kendi aralarında pek bir şey konuşmamışlardı. Lâkin bu durum, içlerindeki gür sakallı ve iri yapılı olan kişinin de o noktaya varmasıyla birlikte değişiyor. Toplamda dört kişi olduklarını anladığın adamlar, o noktada durarak kendi aralarında Palria lisanında kısa bir şeyler konuşuyorlar. Hayatının hemen hemen hepsi Demirduvar cüceleriyle birlikte geçtiği için, kuzeyin insanının diline malesef aşina değilsin. Yine de, adamların son iki-üç dakikadır o noktada durduklarının ve uçurum kenarından mağaraya doğru gelen patikaya girmeye henüz teşebbüs etmediklerinin bilincindesin. Mağara duvarının köşesinden kafanı hafifçe çıkarıp da onlara bir an için baktığında, sakallı olan adamın parmağıyla mağarayı, tam da senin bulunduğun noktayı işaret etmekte olduğunu gördün. Eğer yanılmıyorsan, kendisine en yakında duran adama bir komut verdi. Komutu alan adam, yavaş yavaş hareketlenmeye hazırlanıyor. Bir lider edasıyla hareket eden bu güçlü adam çok geçmeden diğer ikisine de bir komut veriyor. Bu sefer işaret parmağıyla aşağıları, uçurumun ve mağaranın hemen aşağısındaki karlı vadiyi işaret ediyor. Buçukluğun az evvel dolaşan birilerini gördüğü kayalık kanyonu... Bu iki uşağın komutu alış ve harekete geçiş biçimine bakılırsa ya liderlerinden korkuyorlar, ya da aralarında bir hiyerarşi var. Belki de bir emir-komuta zinciri... Uçurumun karşı tarafında halatlar, kazıklar ve çekiçler beliriyor. Adamlar, maharetli ellerle yeni bir hazırlığa girişmekteler. Sakallı adam bekliyor. Gözlerini senden tarafa, rüzgârlı mağaranın girişine doğru dikmiş, öylece bekliyor. İşte o anlarda artık anlıyorsun. Bunlar yabanda gezen haydutlar veya basit kolcular değiller. Bunlar belirli bir amaç doğrultusunda hareket eden ve hiç oyalanmayan muhafızlar. Kaldia'nın dağ muhafızları. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 16:52 Inilius: Taş patikanın kenarından kayalara tutunarak kısa yoldan aşağıya inmeye girişiyorsun. Hem savaş hâlinde olmanızın gerilimi, hem de diğer seçeneklerin sana zaman kaybettirecek olması sebebiyle böyle bir karar verdin. Kalkıştığın işin pek de kolay olmadığını, kaya duvardan kendini sallandırıp aşağıya inmeye başladığında anlıyorsun. Doğal kaya duvar tam orta yerinde ters eğim yapıp da sana basacak bir yer bırakmadığında, bu işin kötü sonuçlanacağını da öngörmüştün. Ama bir şey yapabilmek için artık çok geçti. Kırılgan bedenin duvarı daha fazla kavrayamıyor, gücün buna yetmiyor. Sert zemine "Güm!" diye sırtüstü düştüğünde algıların da alt üst oluyor. Şimdi duyumsayabildiğin tek şey acı. Doderic: Az önce aşağıdan yukarıya bakarken taş patikada gördüğün yoldaşın Inilius, sen goblin yarmasına yaklaşma planları yaparken -ve böyle bir şeyi hiç beklemiyorken- taş patikanın kenarından paldır küldür aşağıya düştü. Yanında bir sürü taşı, tozu ve toprağı da büyük bir gürültüyle dipteki yola indirdi. Sivri kulaklı dostun şimdi kıpırtısız bir biçimde yerde yatıyor. Kalkacağa da benzemiyor. Bu gelişme seni harekete geçiriyor. Şimdi ikiniz de ölümün kıyısındasınız, kaybedeceğin her saniye sizi nihai düşüşe daha çok yaklaştıracak. Yerinden fırlıyorsun. Taş patika duvarın dibi boyunca ilerliyor, yukarıdan düşen bir ışık huzmesinin içinden geçiyor, yerde yatan yarı-elfin üzerinden sıçrıyor ve soluğu kayanın arka tarafında alıyorsun. Goblin yarmasının ardına saklanmış olduğu o büyük kayanın ters tarafında... Yavaşça köşenin ardına bakıyorsun. Kıllı canavar yayına yeni bir ok germiş, patikadan ineceğini düşündüğü saldırganına doğru yarı nişan almış bir hâlde bekliyor. Aslında tam olarak senin az önce durduğun noktaya doğru bakıyor. Sen buraya gelebilmek için onun atış hattından geçmişsin. Ama o seni bir şekilde kaçırmış olmalı. Belki sen geçerken henüz o tarafa dönmemişti, belki de senin geçişin son derece hızlıydı ve gölgelerden hiç ayrılmamıştın. Bilmiyorsun. Bildiğin tek şey, Inilius'un o patikadan inmemiş olmasının hayırlı olduğu. Cüsseli yaratık pususuna düşürmeyi umduğu sivri kulaklı kurbanının beklerken, asıl tehlike tam arkasından yaklaşıyor. Bu, kıllı ve pis kokan yaratık için hızlı ve kesin bir son demek. Yaratığın ağır bedeni sert zemine düştüğünde, üzerinde taşıdığı bir sürü şey de gürültüyle ortalığa saçılıyor.
Dağların içerisine gizlenmiş bu derin oyuk, yeniden sessizliğe gömülüyor. DM: Savaş bitti. Serbest oynayabilirsiniz. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 17:00 Merl: Dağ muhafızları, gür sakallı liderlerinin verdiği komutların ardından iki gruba ayrılıyor. Lider ve sağ kolunun ana iz hattından ayrılmayacakları belli oldu. Mağaraya doğru gelen uçurumlu patikayı geçme hazırlıkları yapıyorlar. Diğer iki yaban kolcusu ise, uçurumun karşı tarafından aşağıya doğru sarkıttıkları halatları sağlam kazıklara bağlamakla meşguller. Adamlar yaptıkları işte beceriklilier. Onları daha fazla izlemeyip mağaranın iç kısmına, sivri kulaklıyı ve küçük adamı karşıladığın yere geri dönüyorsun. Geniş kayanın üstüne oturup da yüzünü mağara girişine döndüğünde, muhafızların çok geçmeden burada olacaklarını biliyorsun. Onların birbirlerine bağırışlarını, sivri el kazmalarını buzlara saplayışlarını, sert ve kaymaz botlarıyla patikayı yoklayışlarını... Hepsini duyuyor, dinliyor ve muhafızların mağara ağzında belirecekleri anı bekliyorsun. Mağara girişinin manzarasında bir süre boyunca kocaman gri bulutlardan ve loşlaşmaya başlayan gün ışığından başka bir şey görmüyorsun. Ve sonunda, biri diğerine kıyasla kocaman görünen iki karaltı, mağaranın ağzından vuran zayıf ışığın orta yerine dikiliyor. Bir süre boyunca orada öylece durup içeriye, senin bulunduğun noktaya doğru bakıyorlar. Mağaranın karanlık kısımlarını incelerken kendi aralarında bir şeyler fısıldaşıyorlar. Seni net bir biçimde görüyorlar. Rolandus'u ve örümceği de fark etmiş olduklarını bir şekilde hissediyorsun. İri yapılı, sakallı ve kürklü olan lider içeriye doğru bir adım atıyor. Gür bir sesle, sana doğru bir şeyler söylüyor. Ama adamın ne dediği hakkında hiçbir fikrin yok. Adamlar senden gelecek bir cevap bekleyerek merakla sana doğru bakıyorlar. Alabildikleri tek cevap ise, bir dalga misali esip geçen bir rüzgârın yalın sesi oluyor. Sessizlikte ve belirsizlikte geçen bu anların ardından, kürklü adamın sağ kolu ona arka taraftan bir şeyler fısıldıyor. Kürklü adam, bu sefer Demirduvar lisanında, yeniden konuşuyor: "Selam sana, cüce efendi." Lider, son sözlerinin işe yarayıp yaramadığını anlamak için kısa bir süre bekledikten sonra konuşmasına devam ediyor. "Benim adım Gyles. Gyles Jorde. Bu arkadaşımın adı da Kord. Biz Kaldia'lı dağ muhafızlarıyız. Demirduvar cüceleri dostumuz ve müttefiğimizdir. Gerekmedikçe silahlarımızı çekmez, sana zarar vermeyiz. İçeriye girmemiz gerekiyor. Müsaaden var mı?" |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 17:05 Merl: Gyles'ın kaşları hafifçe çatılıyor. Kürklü iri adam ağır adımlarla mağaranın merkezine, yani senin bulunduğun kısma doğru ilerlerken, ismi Kord olan diğer adam de Rolandus'la örümceğin bulunduğu noktaya doğru yöneliyor. Gyles senin karşında bulunan başka bir kayanın üzerine yerleşirken, yeniden Demirduvar lisanında konuşuyor: "Sohbet edecek havada değilim yoldaş. Lafı da dolandırmayacağım. Muldaran yolundan beridir iki kişinin izini sürüyoruz. Aşağı yukarı bir buçuk saat kadar önce bu mağaraya geldiler." Muhafız çatılmış bakışlarıyla seni süzüyor. Gözleri gözlerinden bir an olsun ayrılmıyor. "Ve sen bize yalan söylüyorsun." Mağaradaki esinti şiddetini artırıyor. Duvarda asılı meşalelerden birisi, buna daha fazla karşı gelemeyerek sönüyor. Mağaranın diğer tarafına ulaşan muhafız Kord, belindeki irice baltayı Rolandus'un bedenini hafifçe dürtmekte kullanıyor. Bir süre cesedi inceledikten sonra Gyles'a dönerek Palria lisanında bir şeyler söylüyor. Her ne söylediyse, liderin yüz hatları daha da sertleşiyor. Bir süre daha düşünen Gyles, ellerini önünde kavuşturduktan sonra söze devam ediyor: "Eğer bir süredir buralardaysan, birisi şu köşede yatan adamın boylarında, diğeri de ancak bir çocuk kadar olan iki kişiyi görmüşsündür. Eğer burada neler olup bittiğini bize anlatmazsan, artık dostum da, müttefiğim de değilsin demektir." Şu anda omzunun arka tarafında, mağaranın iç kısmındaki karanlıkta örümcekle oyalanan Kord'un da, tıpkı karşında oturan muhafız lideri gibi seni göz hapsinde tuttuğunu biliyorsun. Mağara soğuk ve artık daha da karanlık. Neredeyse silüetlerini görebildiğin iki adamın tam ortasında, önden ve arkadan kuşatılmış durumdasın. Tabii bir demirduvar cücesini kuşatmak için iki kişi gerçekten yetiyorsa. Gyles, Merl'e gözdağı veriyor 2d9 : 9, 4, toplam sonuç 13 |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 17:07 Merl: Karanlığa teslim olmak üzere olan mağarada, savrulan tehditlerin orta yerde çarpıştığı uzun bir sessizlik yaşanıyor. Kendine siper ettiğin kılıcının ardından, gölgelerden seni izleyen iki yüze bakıyorsun. Kord, az önce kendisi hakkında sarf ettiğin cümlenin manasını kavrayabilmiş gibi görünmüyor. Kürklü ve sakallı muhafız ise herkesi ağına düşüren bu zor durumu değerlendiriyor gibi. Karşılıklı alınıp verilen birkaç nefesten sonra Gyles, Demirduvar lisanında konuşuyor: "Seninle savaşmayacağız, cüce. Buraya bunun için gelmedik." Adam elini kılıcının kabzasından geri çekerek, Kord'a da aynı şeyi yapmasını işaret ediyor. Sonra yeniden sana dönüyor. "Anlıyorum ki bir sebepten dolayı onları koruyorsun. Sebeplerin veya burada ne yaptığınız beni ilgilendirmez. Size şu köşede yatan örümceğin sebep olduğundan daha öte bir dert getirmek niyetinde değilim, özellikle de bu perişan hâlinizi gördükten sonra. Sizlere tek söyleyeceğim şu: Ne yaparsanız yapın, Riag Verhaal yolundan uzak durun." Kord, mağaranın karşı tarafındaki gölgelerin içinden sessizce geçerek liderinin yanına geri dönüyor. İki muhafızın mağaradan ayrılma hazırlığında olduğunu görebiliyorsun. "Artık sizi takip etmeyeceğiz. Lâkin bu buralardan gidiyoruz demek değil. Şunu gizemli arkadaşlarına da söyle, cüce: Riag Verhaal yolunu gözlüyor olacağız. Eğer bu ikazımı dikkate almazsanız ve ben yüksek patikalarda size yeniden rastlarsam, o zaman işler değişir." İkili ağır adımlarla mağaranın girişine doğru yöneliyor. Oradan gelen zayıf ışığın orta yerinde, yan yana iki silüet hâlinde mağaranın dışındaki sarp patikaya kadar yürümelerini izliyorsun. Tam çıkacakları sırada, Gyles omzunun üzerinden geri bakıyor. "Kaybınız için üzgünüm." |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 17:09 Inilius: Cüceyle yaptıkları konuşmanın ardından, muhafızların mağaranın çıkışına doğru attığı adımları duyuyorsun. Derinlerdeki taş patikayı yukarıdaki mağara boşluğuna bağlayan yarıkta, aşman gereken son birkaç metre... Doderic arkandaki karanlıkta bir yerlerde kaldı. Muhafızların lideri, ayrılmadan evvel son bir kelam daha ediyor. Tam bu sırada köşeyi dönüyorsun ve onları görüyorsun. Mağaranın çıkışındaki bulutlu havada gördüğün iki gölge... Sen onlara seslendiğinde, neredeyse çıkmak üzerelerdi. Gölgelerin birisi iri yarı, kel kafalı, gür bıyıklı ve sakallı bir adama ait. Kalın kürkler giymiş. Koca göğsünün nefes alıp verirken nasıl kalkıp indiğini ta buradan görebiliyorsun. Az önce sesiyle mağarayı inleten kişinin bu olduğunu anlaman için bir kez bakman yetti. Diğer silüet ise daha çelimsiz, her an kaçacakmış veya bir şey yapacakmış gibi tuhaf bir hâli var. Nedense onun çevik birisi olduğu izlenimine kapılıyorsun. Gür sakallı ve kürklü olan adam, onlara verdiğin selamı duyunca geri dönüyor. Temkinli adımlar atarak, asılı olduğu yerde bir var olma mücadelesi veren meşale ışığına doğru yaklaşıyor. Adam yüzünü ışığın haresine kadar getirip de kendini açığa çıkardığında, eldivenli koca ellerinden birinin belindeki kılıcın kabzası üzerinde, serbest bir biçimde durduğunu da görüyorsun. "İsmini söyleyerek başlayabilirsin." diyor muhafız lideri. "Benim adım Gyles. Gyles Jorde." Diğer adamın hareketleri de gözünden kaçmış değil. Mağaranın kenarlarına doluşmuş gölgelerin içerisinde, kendini göstermekten kaçınır gibi yürüyerek, yavaş yavaş liderini izliyor. "Ve Muldaran koruluklarında yaptığınız şarlatanlığı açıklayarak devam edebilirsin." diyor lider, kısa bir sessizliğin ardından. Adamın ses tonunda kızgınlık olabilecek bir sertlik var ama neye kızmış olabileceği konusunda bir ipucu yakalayabilmiş değilsin. "Tabii bunu yapmamak da seçeneklerin arasında. Tıpkı benim sizi hiç ikaz etmeden vur emri vermek gibi bir seçeneğimin olması gibi." Liderin yüz çizgileri daha da netleşip, geçmiş deneyimlerinden aşina olduğun bir ifadeye dönüşüyor. Kızgınlık olmadığını artık anladığın bir ifadeye... Sözlü bir savaşta kendine bir rakip bulan ve onu köşeye sıkıştırdığına inanan bir kişinin üstünlük ifadesine. Gyles bu oyunu oynamaya istekli görünüyor. "Sahi, bu patikalarda ne arıyordunuz? Buradan bir yere mi gidiliyor?" |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 17:12 Muhafız lideri Jorde, sahip olduğu tüm üstünlükleri masaya sürerek oyuna dahil olmuştu. Gücünü, haşmetini ve otoritesini sözcüklerle dışarı dökerken, rakibinin de benzer ölçütlere dayanan bir yol izleyeceğini umuyor, silahlar yerine sözlerle yapılacak bir düellonun ateşiyle yanıyordu. En ufak bir kıvılcımda silahların da dahil olacağı, bu yönüyle de aslında tamamen silahlar üzerinde temellenecek olan bir düellonun ateşiyle... Rakip ise silahsızdı. Silahlara sahip olmadığından veya gerekirse onlarla vuruşamayacağından değil... Bu tuhaf görünümlü, sivri kulaklı çelimsiz adam güç veya haşmetten yoksundu. Jorde onun mütevazı görüntüsüne aldanmış, kendini bu sözlü çarpışmanın kazananı varsayarak sözünü söylemişti. Ama önemli bir şeyi hesap edememişti. Rakip olarak seçtiği kişi, muhtaçlara şifa verebilmek amacıyla yollara düşmüş basit bir şifacı çırağından ötesi değildi. Eski püskü kıyafetler giyen, yırtık pırtık bohçasında birkaç döküntü eşyadan fazlası olmayan ve söylediklerinde samimi görünen birisi... Sıradan bir adamdı bu. Aksanına bakılırsa, Atrum'lu olduğu konusunda yalan söylemiyordu. Sahip olduğu silahlar ise, bırakın insanlara zarar vermeyi, bir tavşanı bile zor öldürürdü. Yarı-elfin yaptığı açıklamalardan sonra, Jorde oyuna dahil ettiği taşların hiçbirini bu rakibe karşı kullanamayacağını anlayacaktı. Sahip oldukları güç ve yaptırımlar, muhafızlara böyle adamları köşeye sıkıştırmaları için değil, onları korumaları ve kollamaları için bahşediliyordu. Gyles'ın yüzündeki sert hatlar kayboluyor. Muhafız düşünceli görünüyor. Koca elleri gür sakallarında geziniyor, ayakları mağaranın merkezinde ağır çemberler çiziyor. İri yarı vücudu, loş ışıkla karanlığın arasında bir gidip, bir geliyor. "Lutras'ı bulmak için daha yukarılara çıkmalısınız." diyor sonunda. "Peki ya ufaklık?" diye araya giriyor Kord, unutulmanın eşiğindeki bu önemli detayın altını çizerek. "Buraya kadar yalnız yürümedin ama yalnız yürümüş gibi konuşuyorsun, yarı-elf!". Adamın gözlerinde şimdi oluşan parıltı, Jorde'un hafifçe kalkan kaşlarında da belli belirsiz bir karşılık buluyor. "O neden hâlâ saklanıyor? Bizimle bir derdi mi var?". Bir an için, çevik muhafızın hırsla kenetlenmiş dişlerini görür gibi oluyorsun. "Yoksa şu köşedeki başıbozuk cüceyi, izini sürdüğümüz minikle karıştırırız falan diye mi düşündün?" Jorde, gözlerini Kord'a çevirerek "Bu kadarı yeterli" dermiş gibi bir bakış atsa da, o vazgeçmiyor: "Hı?" Az önceki durum ne olursa olsun, Gyles'ın da bu cevabı en az Kord kadar sabırsızlıkla beklediğini, onun şimdi sana bakan gözlerinde görüyorsun. |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 17:15 Kord ve Merl dağların bile unuttuğu bu soğuk delikte birbirlerine hırlaşmaya devam ederken, Inilius da sabırla yol arkadaşının kendini göstermesini bekliyordu. Yarı-elf, buçukluk ortaya çıktığında olabileceklerden dolayı gergindi ama bu hâli yüzünden okunamıyordu. Doderic'in adımları o kadar hafif, silüeti de öylesine belirsizdi ki, meşalenin yakınlarına geldiğinde bile hâlâ fark edilmemişti. Muhafızlar onu ancak o konuşmaya başladıktan sonra görebildiler. Buçukluk, ağır bir güney aksanıyla verdiği Palria selamıyla yaban kolcularının dikkatini üzerine topladı. Konuşmasının devamı ise iki muhafız için tam bir kafa karışıklığından ibaretti. Aslında Gyles ve Kord onu pür dikkat dinlemişlerdi, ama buçukluk sözlerini bitirdikten sonra bile muhafızların yüzündeki şaşkınlık ifadesi sürmüştü. Dağ kolcuları kendi aralarında durumu değerlendirmeye başladılar. Palria lisanında konuştukları için, Inilus da bu değerlendirmeye şahitti. "Karea lisanında konuşuyor." dedi Kord, liderine dönerek. "Bu adam güneyli." "Eee? Ne diyor peki?" "Kareaca bilmiyorum Gyles. Ama bu lisanı duyduğumda tanırım." Gyles bunu duyunca bıkkınlıkla iç geçirdi. "O halde yapılabilecek pek bir şey..." "Edin bu lisanı bilebilir." diye liderinin sözünü kesti Kord. "Adamın karısı Daerust'lu bir kadın. İstersen onu çağırayım." Gür sakallı muhafızın cevap vermek için fazla düşünmesi gerekmedi. "Boşversene, Kord. Adam çoktan kanyonun dibine inmiştir.". Muhafız lideri, gözlerini yeniden buçukluğa ve yarı elfe çevirdi. Adamın az önceki sert yüz ifadesi, yerini sükunete bırakmıştı. "Şunlara baksana, Kord. Bu adamları boşuna takip ediyoruz. Sana suçlu gibi mi görünüyorlar?" Soğuk her geçen dakika biraz daha keskinleşiyor, hava da kararıyordu. Söz alış-verişi yapan beş adamın hepsi de yorgun, aç, ve susuzdu. Kord, karşılarına dikilen ve birbirlerinin dilini konuşmaktan bile aciz olan bu üç tuhaf karaktere dikkatle bakıyordu. "Buçukluk ve yarı-elf konusunda sanırım seninle hemfikirim, Gyles." dedi sonra. "Bu adamlardan bir şey çıkmayacak. Ama şu kaçık cüceyi hariç tutuyorum." Çevik muhafız şimdi sinirli sinirli cüceye bakıyordu. "Cüce onların dostu değil. Bir yabancı. Elfin söylediklerine bakılırsa en fazla bir-iki saat kadar önce, bu mağarada karşılaştıklarından beridir beraberler." Ve Gyles'a dönerek: "Muhafız olduğumuzu söylememize rağmen bize silah çekti. Bu çok tanıdık bir sahne değil mi, Gyles? Dağlarda gezen kanun kaçakları da muhafız görünce aynı şeyi yapmıyorlar mı? Bizi gördüklerinde bunu yapmadılar mı?" Konuyu soğutmadan sözlerini bitirdi Kord. "Ve biz buna gerekli cezayı vermedik mi?" Muhafız lideri, içine düşmemeyi umduğu büyük bir ikilemin içinde bulmuştu kendini. Çatık kaşlarının altından kaçamak bakışlarla çevresindekileri adamları süzüyordu. Bir karara varmaya çalışıyor gibiydi. Kord kendi açısından haklıydı. Gyles o daha sözlerini bitirmeden evvel biliyordu bunu. Sadık sağ kolunun şüpheci yaklaşımı sayesinde geçmişte sayısız haydut enselemişlerdi. Bunun da geçmiştekilere benzer bir durum olma ihtimali yüksekti. Gyles'ın kararını açıklamadan evvel düşünmesi gereken son bir konu kalmıştı. Bunu yaparken gözlerini cüceye kenetleyecek, uzun anlar boyunca da ondan hiç ayırmayacaktı. |
(https://www.karamigfer.com/images/anberathrpg/sogukhudutlar/cave_campfire.jpg) Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 17:25 Demirduvar cücesi yorgundu, uzun uzadıya bir açıklama yapamayacak kadar yorgun... Kendini bilmez Kord'un da laftan anlamadığı belliydi. Eğer laftan anlıyorsa, o zaman hâlden anlamıyordu. Lâkin bir şey aşikardı: Kord güçlü olduğu kadar, inatçı da bir tipti. Onun kafasındaki şüpheler dağılmadıkça, mağaradaki yoldaşların bu dağlarda huzur bulmayacağı kesindi. Cüce onlara son bir uzun açıklama lütfederken amaçladığı şey de buydu. Olanlardan sonra biraz huzur bulmak. Zira cüce, ne önemli bir yoldaşını kaybetmiş olduğu gerçeğini idrak etmeye, ne de onun arkasından ağlamaya vakit bulabilmişti. Cüce savaşçısı henüz konuşmasının ortalarındayken, sakallı adamın gözleri çoktan uzaklara, mağara çıkışının ötesindeki göğü kaplayan kara bulutlara takılıp gitmişti. Zaten bildiği bir hikâyeyi dinliyor gibiydi Gyles. Başı arada sırada "Tahmin etmiştim..." dermiş veya onay verirmiş gibi sallanıyordu. Aslında muhafız lideri cücenin kendini açıklamasına hiç ihtiyaç duymamıştı. Gyles onun çaresiz bir dağ gezgini olduğunu, silahını da savunma amacıyla kendine siper ettiğini biliyordu. Lâkin, Kord'un böyle bir açıklamayı duymaya ihtiyacı vardı. Çevik kolcunun inanıp inanmaması da pek önemli değildi. Önemli olan cücenin bu sözleri sarf etmesi, kendisinin ve yoldaşlarının masum olduğunu seslendirmesiydi. O noktadan sonra Kord'un onları daha fazla sıkıştırmayacağını iyi biliyordu sakallı adam. Yarı-elfin kendisiyle konuştuğu anlarda muhafız kendini nasıl silahsız ve güçsüz hissettiyse, Kord'un da aynı şekilde hissetmeye başlayacağını biliyordu. Ve cücenin kıvama gelip de çözümü getirecek olan bu konuşmayı yapması için, muhafız liderinin ona sert sert bakması yetmişti. İşler tam da beklediği gibi gitmişti iri yapılı adamın. Merl boşlukta yankılanan sözlerinin sonuna geldiğinde, kararan mağaraya bir süreliğine sessizlik hakim oldu. Soğuğun ısırmaya ve kemiklere işlemeye başladığı, uzun bir sessizlik... Gyles ve Kord mağaranın girişine yakın bir yerlerde yan yana oturuyordu, yoldaşlar ise mağaranın daha karanlık olan iç tarafındaydılar. Derken, Kord ayağa kalktı. Inilius'un biraz önce mağaranın merkezine kurduğu çalı-çırpı öbeğine doğru yürüdü, bu sırada soğuktan kararmış elleriyle cebinde bir şeyler arıyordu. Karanlık boşluğun tam ortasına geldiğinde çömeldi. Bezlere sarılmış, avuç içi büyüklüğünde bir şeyi yere bıraktı. Bu şey, kurutulmuş ve kılcal köklerden koca bir tutamdı. Uzaktan bakınca bir yün yumağını andırıyordu. "Eğer şu ateşi başlatmazsak, burada donarak ölürüz." dedi Palria lisanında. Bunun ardından, bir süredir ceplerinde aramakta olduğu çakmaktaşını ve küçük metal parçasını buldu. Az önceki kök yumağının bir parçasını Inilius'un kurduğu çalı çırpının içine bırakıp, bunu kav olarak kullanarak kıvılcımlar fırlatmaya başladı. Yalnızca saniyeler sonra, her daim karanlık, soğuk ve insafsız hissettirmiş olan bu mağara boşluğunda tatlı çıtırtılar duyuldu, dumanlı bir sıcaklık yayıldı, ortam ılık renklerle aydınlanmaya başladı. Rüzgârların ve dışarıdaki acımasız dağ ortamının sinir bozan etkisi son bulacağa benziyordu. Kord, ateş yakmakta kullandığı malzemeleri yerde bıraktı. "Bunlara ihtiyacınız olacak." Şimdi Gyles da ateşin yanıbaşına gelmişti. Muhafızlar sakinleşmiş görünüyorlardı. Soğuğu ve karanlığı uzakta tutan ateş, endişeleri de alıp götürmüş gibiydi. Dağ kolcuları alevleri güçlendirmek için yeni bir girişimde bulundular ve biraz ısınabilmek için bir süre daha mağarada kaldılar. O ana kadar pek bir şey konuştukları söylenemezdi. "Aradığınız şifalı bitkiyi, buradan yukarıya doğru devam eden patikalarda bulabilirsiniz" dedi Gyles sonra. "Yine de size aksini tavsiye ederim. Bu civardan tırmanan yollar, gidilmesi Kaldia yönetimi tarafından yasaklanmış bir yere ulaşır: Riag Verhaal. Bu yasak boş yere konmamıştır. Oraya giden yolun bir yerlerine, kendine "Drecumarex" diyen bir büyücü çöreklendi. Dağın zirvesine ulaşmaya çalışanların başlarına türlü felaketler açıyor." Ateşi besleyen dallardan birisi gürültüyle çatırdadı. "Onunla karşılaşıp da sağ olarak geri dönmeyi başarabilmiş yalnızca bir kişi var." dedi Gyles, gözlerine yeni bir endişe dalgası hakim olurken. "Drecumarex hakkında korkunç şeyler anlattı. Onun bu dünyada artık ender rastlanan ejderdoğanlardan birisi olduğunu söyledi." Ateş büyüyordu ama daha da büyümesinden hiçbir zarar gelmezdi. Kord yanan dalları karıştırarak yeniden düzenledi. Alevlerin güçlü ışığı, adamın beyaz teninden yansıyordu. "Eğer rotanızı mağaraya çevirmeden önceki patikaya geri dönerseniz, Riag Verhaal'a doğru tırmanan ana yola ulaşırsınız. Oraya yol demeye pek dilim varmasa da..." diye bildirdi Gyles. "Biraz Lutras bulabilmek için en az bir gün boyunca tırmanmalısınız. Lâkin dikkat edin. Dağ yolu kaygan zeminler ve tehlikeli geçitlerle doludur. Eğer Drecumarex'in varlığını hissetmek istemiyorsanız, işinizi bitirip hemen geri dönün." Gyles, söze devam etmeden önce mağaradaki herkesin yüzüne dikkatlice baktı. "Bizi dinlemeyip de macera arayan, sonunda da o yollarda yitip gidenler yüzünden birliğimiz dağılmanın eşiğinde. Drecumarex kendine yeni kurbanlar bulmaya devam ederse, Kaldia kralının yakında vereceği bir kararla ortalıkta dağ muhafızı falan kalmayacak." "Sonra oluşacak karmaşa ortamını siz düşünün." diye ekledi Kord, ateşin başındaki yerinden. Ellerinden sonra botlarını ısıtmakla meşgul olmaya başlayan gür sakallı adam yeniden söze girdi: "Alternatif olarak aşağıdaki vadi yolunu takip edip, yol boyunca devam eden gizli geçitler boyunca ilerleyerek dağın arkasına kadar dolanabilirsiniz. Orada bir tırmanış rotası daha var. Böylelikle Drecumarex'in misafir bekleyeceği güney yolundan değil, insan yerleşiminin seyrekleştiği ve fazla yolcunun bulunmadığı kuzey yolundan yaklaşmış olursunuz.". Jorde bunları anlatıyordu ama yüzüne gölgeli bir ifade takınmıştı. "Ama izin verin, yoldaşım size gerekli uyarıları yapsın." dedi ciddi bir ses tonuyla, Kord ile göz göze gelirken. Ateşle uğraşmayı bırakan çevik kolcu, konuşmayı devraldı: "Dipteki vadi yolunun ilerisinde bir goblin topluluğu yaşıyor. Küçük gruplar hâlinde gizli geçitlere, mağaralara ve üstü kapalı her yere doluşmuş durumdalar. Eğer o yolu tutarsanız, bu çöpçüler güruhundan dostane bir tavır beklemeyin." "Ve dikkat edin." diye devam etti kolcu. "Onları geçseniz bile işiniz kolay olmayacak. Kuzeydeki tırmanış şeridi ıssız olmasına rağmen daha zorludur. Malum, son yıllarda o yolu pek kullanan yok. Yollar ve köprüler bakımsız. Patikada çöküntüler, buzlanmalar ve hatta çığ riski bile var." "Yine de..." diye söze girdi lider, "O patikalarda yaşlı bir dağ muhafızı ikamet ediyor. Ona ulaşabilirseniz şansınız daha yüksek olabilir." Ağaç dalları çatırdaya çatırdaya, kıvılcımlar saça saça yanıyordu. Bir süre önce iliklere işleyen soğuk, mağaranın uzak köşelerine kaçmıştı. Karanlık da o kadar korkunç sayılmazdı artık. "Yakında ayrılacağız." dedi Jorde. "Geceyi aşağıdaki eski dağ evinde geçiririz. Size önerim bu akşam ateşinizin başından ayrılmamanızdır. Eğer ihtiyaç duyarsanız dağ evine de gelebilirsiniz. Ama bu konuda ısrar etmeyeceğim. Aranızda konuşacağınız şeylerin olduğuna eminim." Kürklü, iri yapılı adam ayağa kalktı. Çevik yoldaşı da onu izledi. Sağda solda fazla bir şeyleri yoktu, hızlıca toparlandılar. "Hoşçakalın yoldaşlar. Verdiğimiz zahmetten dolayı bizi bağışlayın." Kord da kendi çapında vedasını etti. "Dipteki mağaranın derin tarafında bir su kaynağı var. Taze, buz gibi bir dağ suyu. Uzaklarda aramayın." Ve cüceye dönerek, pek de iyi konuşamadığı Demirduvar lisanında: "Ben sana kötü davranmak. Ben hata yapmak." dedi, parlak ağızlı küçük bir baltanın sapını Merl'e doğru uzatıp, cücenin kabul etmesi için ısrarcı bir biçimde bekleyerek. "Affet." DM: Kord'un son sözleri hariç, muhafızlar tüm konuşmaları Palria lisanında yapmıştır. |
(https://www.karamigfer.com/images/anberathrpg/sogukhudutlar/escova_council.jpg) Nyst 3, 1290, Escova, Kubbe, Gizli İlimler Kütüphanesi, 14:30 "Kaeg kiwa esaeu." "Esaeu kaeae. Öne çık, mniath." "..." "Konuş." "Ateşin, yerlerin ve göklerin hakimi efendimiz Restahxa'nın adıyla sizi selamlarım, yüce gaon." "Yücelik efendimize aittir." "Rezil Doderic'in durumuyla ilgili son bilgileri, yüksek müsaadelerinizle size sunarım." "..." "Vatan haininin Nardor'da buluştuğu yeni yoldaşının kimliğini tespit ettik." "?..." "Inilius Narteroth. Bir yarı-elf." "?..." "Atrum'lu. Kendini bir şifacı olarak tanıtıyor. Ama o kadar basit birisi değil." "..." "Doderic'in kaçışı, Escova'nın içinden birileri tarafından ayarlanmış. Yeni yoldaşı da öyle." "?..." "Buradaki suç ortağının kim olduğunu tespit edemedik. Ama yarı-elf de bu işin bir parçası." "Başka?" "İki suçlu Nardor'dan ayrıldıklarından beri kuzeye yürüyor. Kaldia sınırlarında yer alan Muldaran'a kadar ulaştılar." "?..." "Şimdi de tepelere doğru tırmanmaya başladılar." "Peki bizim kontağımızdan ne haber, mniath?" "Sıkı bir takipte. Hızla hedefe yaklaşıyor." "Güzelll, mniath..." "..." "Ama ritüel ne olursa olsun gerçekleşecek. Doderic'in sırası gelmek üzere." "Bu kadar efor sarfetmeye değ..." "Meclis işini şansa bırakır mı sandın, mniath?" "..." "İzlemeye devam et. İzle de, buçukluğa neleri musallat edeceğimizi kendi gözlerinle gör. Bakalım şifacısı onu kurtarabilecek mi?" "Siz nasıl uygun gördüyseniz, gaon." "Çekilebilirsin, mniath." "..." |
Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 19:00 "Ristael..." diye bir süredir içinden tekrar ediyordu muhafız lideri, gözleri boşluktaydı. Gyles bu ismi biliyordu. Peki nereden biliyordu? Bu kanun kaçağıyla ilgili hikâyeyi geçmişin neresinde unutmuştu? Muhafızlar Inilius'un nazik teklifini geri çevirmemiş, geceyi mağarada yaktıkları büyük ateşin başında geçirmeye karar vermişlerdi. Uçurumun dibindeki vadide keşif yapmakta olan diğer iki dağ kolcusu da çok geçmeden kafileye katılmış, kendilerini Edin ve Gegard olarak tanıtmışlardı. Edin genç, güçlü ve hızlıydı, kumral saçlarıyla tipik bir kuzeyli sayılırdı. Gegard ise nispeten esmer, daha ince yapılı ve diğer tüm muhafızlardan daha yaşlıydı. Sağlığına ve sıhhatine dikkat eden birisi olduğu belliydi, hareket ediş biçimi genç bir adamınkiyle aynıydı. Inilius'un hazırladığı yemeğin kokuları mağaraya yayılırken, yeni gelenler de ateşle ısınıyor ve zaman zaman sohbete dahil oluyorlardı. "Thand çevresinde gezen kolculardan biri, Clamond, şu hayduttan bahsetmişti." dedi Gyles bir süre sonra. "Evet... Clamond'du... Oydu. Ondan duymuştum." Jorde, aşağı yukarı bir saattir kıpırtısız oturduğu köşede ayaklandı. Üzerini silkeledi ve ağır ağır ateşe doğru yaklaştı. Işık adamın yüzünün sağ yarısından yansıdı. Karanlığın içinde parlayan, sert bir çehre... "Inilius, ne yazık ki şu Ristael'le ilgili elle tutulur hiçbir şey hatırlamıyorum. Ama Clamond size yardımcı olabilir. Yolunuz Thand'a düşerse hisar gözcülerine onu sorun. Adamı bulduğunuzda, ona Yıkık Hisar'da tanıştığı Gyles Jorde'un selamını iletin. Size yardımcı olacaktır." |
(https://www.karamigfer.com/images/anberathrpg/sogukhudutlar/camping_at_cave.jpg) Nyst 3, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 21:00 Kaldia'nın dağlarına bir kez daha karanlık çöktü. Soğuk gecenin hiç insafı yoktu, çığlık atarcasına esen kuzey rüzgârları bu topraklarda kimin güçlü olduğunu göstermek ister gibiydi. Mağaradaki ateşin tatlı sıcaklığı da artık yoktu. Savrularak dans eden alevler gecenin seslerini engelleyemez olmuştu. Kaygı verici ne kadar şey varsa hepsi yoldaşların yamacına kadar sokulmuştu. Işık karanlıkla, huzur ise korkuyla çarpışıyordu. Hepsi birbirinin sınırında, amansız bir mücadeleye tutuşmuş hâldeydiler. Yine de yoldaşlar için işler yolunda görünüyordu. Yorucu geçen bir günün ardından yakılan bir ateş hem ısınmak, hem doymak, hem de uyuyabilmek demekti. Yoldaşlar karların ve buzların savrulduğu devasa bir diyarın ortasındaki küçücük bir delikte, daha da küçük bir ateşin çemberinde en azından biraz huzur bulmuşlardı. Gece tatlı sohbetlere de, acı dolu anıların paylaşılmasına da vesile olmuştu. Doderic Palria lisanında birkaç kelime daha öğrenmişti. Inilius'la yoldaşlık ettiği bu iki haftalık sürede hep iyi bir dinleyici olmuş ve bu konuda ilerleme kaydetmişti. Merl uzunca bir süredir istirahat hâlindeydi, yoldaşlara sırtı dönük bir biçimde uzanıyordu. Nefes alıp verişleri duyulmuyordu. Cüce savaşçı uyuyabiliyor muydu, yoksa hâlâ bugün şahit olduğu dehşetle mi yüzleşiyordu, bunu söylemek zordu. Onu sargılar değil, zaman iyileştirecekti. Isınan, karınları doyan ve bir dostluk çemberinde rahatlayan yoldaşlar ertesi günün şans getirmesini umarak, en büyük ihtiyaçları olan uykuya nihayet teslim oldular. (https://www.karamigfer.com/Themes/kmh/images/custom/separator_post.png) (https://www.karamigfer.com/images/anberathrpg/sogukhudutlar/doderic_alone.jpg) Nyst 4, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 00:30 Doderic: Çatırdayan alevlerin yanıbaşında uykuya dalma hayaliyle uzandığın yerde üçüncü saati geride bıraktın. Gözlerini açıp da kendini uyanık hâlde bulduğun her seferde, içindeki huzursuzluk ve şüphe daha da büyüyor. Bir uykunun orta yerinde mi uyandın? Yoksa hiç uyuyamamış mıydın? Hiçbir fikrin yok. Gözlerini açtığın son seferde, kendini dipsiz bir karanlığın orta yerinde tek başına buluyorsun. Koca koca ağaçlardan düşen koyu gölgelerin içerisinde, ne olduğu belirsiz tuhaf çalı yığınlarıyla kuşatılmış haldesin. Soğuk dağlarla, muhafızlarla ve bir mağarayla ilgili bir rüyadan uyanmış olmalısın. Zihninde bunlarla ilgili olabilecek anı kırıntıları var. Etrafında birileri de vardı... Kimdi onlar? Detaylar elinden hızla kayıp gidiyor. İçindeki korku büyüyor. Anlayamadığın bir sebepten ötürü kalbin hızlı hızlı atmaya başlıyor. Ayağa kalkıyor, etrafına bakıyorsun. Çevrende canlı olan hiçbir şey yok. Buna ağaçlar ve çalılar da dahil. Karanlık ormanda algılarının kabul etmediği bir durgunluk, mutlak bir sessizlik var. Yer yok. Yön yok. Zaman yok. Lâkin bunların hiçbiri sana tuhaf gelmiyor. Sonra anlıyorsun... Nasıl anladığını bilmesen de anlıyorsun. Karanlığın, ağaçların ve çalıların ötesinde, uzaktaki karanlık bir yerde birisi -ya da bir şey- var. Hareket eden, sana doğru gelen, sana ulaşmayı amaçlayan birisi. Onu göremeyecek ve duyamayacak mesafede olsan da varlığını bir şekilde hissettiğin birisi. Geçen her saniyede sana biraz daha yaklaştığını biliyorsun. Bunu bilmek kalp atışlarını daha da hızlandırıyor. Bu kişiden kaçman gerekiyor. Eğer sana dokunursa büyük bir zarara yol açacağını hissediyor, ona karşı kendini savunamayacağını biliyorsun. Koşmaya yelteniyorsun ama doğru dürüst yürüyemiyorsun bile. Ayakların yere yapışmış -veya batıyormuş- gibi. Attığın her adımda daha da yavaşlıyorsun. Arkadaşlarına seslenmek istiyorsun. Yoldaşların yakınlarda olmalı, buraya kadar yalnız gelmiş olamazsın. Yine etrafına bakıyor, yine hareket etmeye çalışıyorsun. Peşindeki kişiden uzağa, ormanın daha karanlık olan bir noktasına doğru bu sefer birkaç adım atabiliyorsun. Böylece ölü ormanın bir başka noktasına ulaşıyorsun. Ve orada yoldaşlarını görüyorsun. Topraktaki karanlık çalı öbekleri gibi kıpırtısız, yerde yatıyorlar. Belirsiz şekillerdeler ve tamamen simsiyahlar. Kimin kim olduğunu ayırt etmek şöyle dursun, onları kayalardan veya çalılardan ayırt etmekte bile zorlanıyorsun. Sonra anlıyor, hatta hatırlıyorsun... Yoldaşların ölmüştü. Butaya geldiğinizde, bu uğursuz ormanın toprağına düşmeleri uzun sürmemişti. Burada yalnız kalmıştın. Peşindeki kişi -ya da şey- yaklaşıyor. Fazla zamanının kalmadığını artık biliyorsun. Kalbin yerinden fırlayacakmış gibi atıyor. Seni görmemeli. Seni bulmamalı. Sana dokunmamalı. Yeniden koşmaya yelteniyorsun. Sihirle yavaşlatılmış gibisin. Yavaşça oynatılan bir kukla gibi... Ama yine de hareket etmen mümkün oluyor. Koşarken ansızın canın yanıyor. Yanağında derin bir sızı hissediyorsun. Galiba koca ağaç dallarından birisinin dikenleri, sen hızla geçerken yanağını kesti. Hayır... hızla geçerken değil. Sen hızlı geçmiyordun. Ağaç hareket etti. Seni deşmek isteyen bir düşman gibi öne uzandı ve yanağına dokundu. Yüreğini yeni bir korku dalgası kaplıyor. Burada gölgesine veya arkasına saklanabileceğin hiçbir şey yok. Tüm ağaçlar, tüm çalılar, dikenler, hatta kayalar... Belki onlara biraz olsun yaklaşırsın diye pusuda bekliyorlar. Ne yapacağını düşünmek için yeniden duruyorsun. Lâkin herhangi bir şey düşünmen mümkün olmuyor. Kalbin delirmiş bir biçimde atıyor ve sen onu dinlemekten başka hiçbir şey yapamıyorsun. Sonra bir bağırtı duyuyorsun. İlk başta çok uzaklardan geliyor ama sonra hızla yakınlaşıyor. Ormanın dipsiz karanlığında, bu yeni sesin sahibini görebilmek için etrafına bakıyorsun. O anda yüzüne sert bir darbe alıyorsun. Seni yere düşürecek kadar güçlü bir tokat veya sert bir yumruk olmalı bu. Bağırtı daha da güçleniyor. Ne anlama geldiğini çözemediğin kelimeler duyuyorsun. Darbenin etkisini atlatmaya başladığında, çaresizce ayağa kalkmaya çalışıyorsun. Sesin sahibi yanıbaşında! Az önce derinlerden gelen o haykırışlar daha da netleşiyor. Bu seslerin sahibi, sen yüzünü ona döndüğün gibi yakana yapışıyor. Seni sallıyor, sertçe sarsıyor. Ormandaki karanlığa rağmen onu net bir biçimde görebiliyorsun. Gür sakalları olan, kalın kürkler giymiş, iri yarı bir adam bu. "Doderic! Uyan! Doderic! Doderic! Lanet olsun!" Arkaplandaki orman görüntüsü hızla silinip gidiyor. Ama sakallı adam kalıyor. Yüzüne bir tokat daha yiyorsun. "Aman tanrım! Doderic, yüzüne ne yaptın sen böyle?" Gyles bu... O senin yüzündeki koca kesiği incelerken, sen de onun gözlerindeki şaşkınlıkla karışık dehşeti fark ediyorsun. "Inilius!" diye sesleniyor dağ muhafızı, çoktan uyanmış olan yarı-elfin yardıma koşması ümidiyle. Yoldaşlarını hatırlıyorsun. Inilius'u, Merl'ü, Gyles'ı ve diğerlerini... Mağarayı, soğuk patikaları ve yakılan sıcak ateşi hatırlıyor, huzur verici sohbetlerinizi anımsıyorsun. Bütün bunlar, az önce gördüğün kabusun etkilerini kovmaya çalışırcasına hızla aklına doluşuyorlar. Şimdi güvendesin. Seni koruyacak ve kollayacak kişilerle birliktesin. Bunu bilmek kalp atışlarını yavaşlatmaya başlıyor. Ama ne korku tam anlamıyla silinip gidiyor, ne de kabusta yaşadıklarının anısı... Yaşadıkların yapışkan bir çamur parçası gibi aklına ve yüreğine yapıştı. Bunun basit bir kabus olmadığını biliyorsun. Karanlık ormanda yaşadığın her şey gerçekti. Bu korkunç deneyime dair hiçbir detay zihninden kaybolup gitmiyor. Her şeyi olanca netliğiyle hatırlıyor, kendine hatırlattığın her seferde de hâlâ o kabusun içindeymişsin gibi korkuyorsun. Ve karanlıkta peşine düşen o kişiyle -veya şeyle- ilgili korkun bunların hepsini bastırıyor. Nasıl olduğunu anlayamasan da bir şeyi biliyorsun: Eğer uykuya dalarsan oraya geri döneceksin. Eğer uyursan, bu korkunç kovalamaca devam edecek. Ve korkmakta da haklısın. Yanağının üst kısmını sızlatan yarayı düşündükçe, kendine hak veriyorsun. DM: Yaşadıkları Doderic'in iradesini sarstı. Doderic'in Will değerinde 1 puanlık (geçici) düşüş meydana geldi. Eğer bu illetten kurtulursa Will hasarı iyileşir. Eğer kurtulamazsa Will değeri sıfırlanabilir ve Doderic kalıcı bir zihinsel hasara maruz kalabilir. |
Nyst 4, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 00:40 Muhafız lideri Jorde olanlara hâlâ bir anlam verememişti, ama yine de uyum sağlamaya çalışıyordu. Kemerine asılı küçük bir bohçadan bir şeyler çıkardı. "Bunları sen al, Inilius... Şifacı olan sensin. Belki küçük adamın acısını dindirebilir." "Galiba uykusunda huzursuz olan tek kişi de o değil." diye ekledi, cüce savaşçının uyanış biçimini ve yüz ifadesini izlerken. Sonra genç ve kuvvetli Edin, liderine doğru dönerek -ama tüm muhafızlara seslenerek- konuştu: "Şef... Ufaklığın ne anlattığına inanmayacaksın. Bir Shadaari'nin buraya doğru yaklaştığını söylüyor." "Bir... neyin?" dedi yaşlı Gegard. "Escova'nın üst düzey muhafız kadrosundan birisi." diye açıklayarak Edin'i zahmetten kurtardı Gyles. "Onlar hakkında bildiğim bir şey varsa, o da üstlerine vazife olmayan işlere burunlarını soktuklarıdır." Herkesin kendi işiyle ilgilenmeye devam ettiği kısa bir sessizlik oldu. Gegard zayıflamış olan ateşe birkaç parça dal attı. Oradan buradan hışırtılar ve tıkırtılar duyuldu. "Bir şey daha var." diye ekledi Edin sonra. "Senin benim gibi kılıç-kalkanla uğraşmıyorlar. Onların öğrendikleri... daha başka şeyler." "Mesela?" dedi Kord, lâkin biraz ilgisiz görünüyordu. "Ne bileyim işte... Mistik bir şeyler. Ritüeller, gizemler, fanatizm..." Kord'un gözlerindeki bakış daha da ilgisizleşti. "Odun herifin tekisin, Edin." "En azından bir fikrim var, Kord." diye tersledi genç muhafız. Gegard bu konuşulanlara arkada kıkır kıkır gülüyordu. Gyles ciddiyetin daha fazla bozulmasına müsaade etmedi, en azından sinirlerin gergin olduğu o an için... "Onlar hakkında bildiğimiz elle tutulur tek şey, birer fedai oldukları. Görevleri uğrunda kendi canlarını hiçe sayarlar. Yani senin, benim kalkışmayacağımız şeylere kalkışabilirler." Lider, tüm muhafızlarla tek tek göz kontağı kurduktan sonra konuşmasını noktaladı: "Şu heriflere övgüler yağdırmayı artık bırakalım." |
Nyst 4, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 00:50 Ateş yeni bir güçle parladı. Inilius, Doderic ve Edin üçlüsünün arasında geçenler, mağaranın güney duvarındaki gölgelerden izlenebiliyordu. "Öyledir yoldaş. İnsanın rüyasında ne göreceği belli olmuyor." dedi Karea lisanında konuşmakta olan genç muhafız, korkmuş gibi görünen buçukluktan gözlerini ayırmadan. Küçük adam kabusun etkisinden hâlâ çıkamamış gibi görünüyordu. "Karım da sizin yörenin insanıdır. Zamanında Shadaari'ler hakkında türlü şeyler anlatmıştı. İnsanların yüreklerine nasıl da korku salmışlar." Yarı-elfin buçukluğun yarasıyla uğraştığı dakikalarda ortalık biraz hareketlenmiş, mağaradaki herkes ikili-üçlü gruplar hâlinde, kendi aralarında fısıldaşıp durmuştu. Ama yoldaşlar soğuğa da, yorgunluğa da direnecek durumda değildiler. İşi olmayanlar gözlerini tekrar kapattı, rüzgârın namelerine aldırış etmeden uyumaya çalıştı. Inilius işini bitirdiğinde, hâlâ sohbet hâlinde olan bir tek Edin ve Doderic kalmıştı. "Sana sağlam bir uyku ilacı lazım aslında, dostum. Veya geceleri biraz hareketlilik." Bir yandan sırıtıyor, bir yandan da neyi ima ettiğini vücut hareketleriyle anlatıyordu muhafız. "Keşke Muldaran'da olsaydık. Rahat uyumanı sağlayabilirdim." Gyles sonunda araya girdi: "Edin, adamı yorma artık. Bırak dinlensin." Sohbetin uzamasına mahal vermeye niyeti yoktu. "Sen de aynısını yapsan akıllıca olur. Şafak sökmeden ayrılacağız." Böylece Edin de ateşin yanıbaşında kendisini bekleyen uykuya teslim olacak, uğultulu mağaradan bir ses daha eksilecekti. |
Nyst 4, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağara, 06:00 Dağlardan gelen çelik gibi soğuk hava, sabahın erken saatlerinde mağaraya yeniden egemen oldu. Ateş sönmüş, karanlık boşluktaki tek konfor da böylelikle son bulmuştu. Tüm yoldaşlar için uyanma vaktiydi. Dağ muhafızları sessizce hareketlendi. Kürklerini üstlerine geçirip pek az olan yolluk eşyalarını toparladılar. Jorde havanın durumuna bakmak için mağaranın girişine doğru ilerlerken Kord hâlâ geriniyor, Gegard botlarıyla uğraşıyor, Edin ise ara ara buçukluğu izliyor, küçük adamın iyi olup olmadığını merak ediyordu. Doderic'in huzursuzluğu gece boyunca devam etmişti. Küçük adam sabah saatlerine dek doğru dürüst uyuyamamıştı. Şimdi ise uyanmıştı ve oldukça yorgun görünüyordu. Ama en azından yüz ifadesi geceki korkulardan arınmışa benziyordu. "Bugün hava daha ılık ve güneşli olacak." diye bildirdi Gyles. Bu herkes için iyi bir haberdi. "Ateşinizi ve yemeğinizi paylaştığınız için teşekkürler, yoldaşlar." Adamlarını çevresinde toplayan muhafız lideri veda ediyordu. "Bir süreliğinde aşağıdaki dağ evinin çevresinde olacağız." Kord, Edin ve Gegard da kendi usüllerince vedalaştılar. "Dikkat et. Ayaklar sağlam bas." dedi Kord, demirduvar lisanında. Konuşurken Merl ile göz göze gelmişti. Ve Edin, Karea lisanında konuştu: "Gününüz de geceniz de huzurlu geçsin." Yoldaşların da iyi dileklerini kabul eden muhafızlar mağaranın çıkışına doğru yürüdüler. Hava git gide aydınlanıyor, karlı tepeler ve zirveler parlaklaşıyordu. Adamlar şimdiden yürüyecekleri yola odaklanmış, doğmakta olan günün planlarına dalmışlardı. Kord, Edin ve Gegard önden çıktı. Gyles bekledi. Yalnız kalınca omzunun üzerinden geri baktı ve son kez, gür bir biçimde seslendi: "Yolun gerisinde gölgeler, ilerisinde tehlikeler... Geçmişinizle bugününüz arasında sıkışıp kalmışsınız, lâkin umudunuzu yitirmeyin. Dağlar sizi korur, ardınızda bıraktığınız dünya sizi unutur. Yolunuz açık olsun." Gizli 2d9 : 5, 1, toplam sonuç 6 Gizli 2d9+1 : 4, 1 + 1, toplam sonuç 6 Gizli 2d9+3 : 9, 9 + 3, toplam sonuç 21 |
Nyst 4, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağaranın Derinlikleri, 06:30 Neredeyse bir aydır yollarda olan Doderic ve Inilius, güzergâhları üzerindeki yerleşimlerde, hanlarda veya hanelerde konaklamaktan hep kaçınmıştı. Sürekli olarak mağara, koruluk veya harabe gibi yerlerde uyuyor, her geçen gün biraz daha yorgun uyanıyorlardı. Nyst'in dördüncü sabahında da bu durum değişmiyordu. Yeni yoldaşları Merl'ün durumu da daha iyi sayılmazdı. O da kim bilir ne zamandır doyurucu bir cüce yemeği yememiş, konforlu bir uyku çekmemişti. Yoldaşı Rolandus'u kaybetmesinin üzerinden henüz bir gün bile geçmemiş, yakın dostuna doğru düzgün bir veda bile edememişti. Yaban ellerde gezen bu üç adamın şimdiki derdi mataralarını suyla doldurabilmekti. Onları mağaranın derinliklerine indirecek tehlikeli taş patikaya geri dönmelerinin sebebi buydu. Su... Yiyecek pek bir şeyleri kalmamıştı ama yoldaşlar bu sorunu da çözebileceklerini ümit ediyorlardı. Bir diğer merak konusu da, saldırgan hobgoblin savaşçısının aşağıdaki mağarada, kendi türünden uzakta ne aradığıydı. O da mı suyun peşindeydi? Bu pek mantıklı gelmiyordu, çünkü goblinler buradaki suya muhtaç olsalardı hepsi buraya doluşmuş olurdu. Mağaradaki son meşalenin ışığıyla taş patikadan aşağıya inen yoldaşların dipteki su kaynağına ulaşmaları uzun sürmedi. Hobgoblinin ilk olarak ortaya çıktığı karanlık köşeyi dönüp, dar geçitten aşağıya doğru bir dakika kadar yürümeleri yetmişti. Aşağıda geçit genişliyor ve tamamen sular altında kalmış olan mağara boşluğuna doğru açılıyordu. Suyun kıyısına ulaşmak için sadece birkaç adım gerekiyordu. Yol burada son buluyordu. Mağaranın bu en derindeki kısmı da tıpkı taş patikada olduğu gibi yükseklerden biraz olsun ışık alıyordu. Burası, dağların içinde oluşmuş o devasa yarığın devamı sayılırdı. İçerisi havadar ve serindi. Gün ışığı yalnızca suyun orta yerine doğru keskin bir açıyla düşüyor, kaynağın etrafındaki kısımlar ise karanlıkta kalıyordu. Eğer Inilius'un taşıdığı güçlü meşale olmasaydı, öyle de kalacaktı. Yoldaşlar mataralarını dağın buz gibi suyuna daldırdılar. Burada dinlendiler, temizlendiler ve Palria coğrafyasının güzelliklerinden birisi sayılabilecek bu gizli noktayı bir süre boyunca izlediler. Burada, nereden kaynaklandığı anlaşılmayan bir güvenlik hissi vardı. Su durgundu, rüzgâr yoktu, kendi konuşmalarından başka bir ses duymuyorlardı. Burası gizlilik, uzaklık, unutulmuşluk gibi hisler uyandırıyordu. Böylece dinleniyor ve düşünüp taşınıyorken, berrak suyun derinliklerinden yansıyan o kızıl-yeşil parıltıyı gözden kaçırmadı Inilius. Birkaç metre derinde, yükseklerden düşen ışığın tam aşağısında bir yerdeydi. Elf bu bariz detayı daha önce nasıl görememiş olduklarını merak etti. Bu merak onu küçük bir deneme yapmaya itti. Elf, parıltıyı gördüğü noktadan sağa doğru bir adım attı ve tekrar baktı. Daha sonra aynı şeyi sola, ileriye ve geriye doğru adımlar atarak da denedi. Cevabı da böylelikle bulmuş oldu. Kızıl-yeşil parıltı, sadece ve sadece tek bir noktadan bakınca görülebiliyordu. |
Nyst 4, 1290, Muldaran Tepeleri, Gizli Mağaranın Derinlikleri, 06:40 Yarı-elf, bir dizi tuhaf davranışın ve sözcüklerin ardından, şimdi ellerinde uzunca bir nesne tutuyordu.
Peki bu nasıl olmuştu? Inilius suyun altında bir parıltı gördüğünü söylemişti, bu da onun tuhaf davranmasının sebebini açıklıyordu. Peki ya ellerini suya doğru kaldırarak sarf ettiği o sözcükler? Acaba yarı-elf heyecandan delirmiş miydi? Cevap çok geçmeden gelmişti: Durgun suyun yüzeyi kabarmış, dipte duran o şey her neyse sudan çıkmış, çevreye sıçrattığı suların gürültüsü mağarada yankılanmıştı. Sonra nesne havalanıp Inilius'un bulunduğu yöne doğru salınmaya başlamış, yarı-elf de onu kıvrak bir hareketle yakalamıştı. Bir asaydı bu. Küre şeklindeki taşı kızıl-yeşil renklerde parıltılar saçan, sapındaki sarmal ağaç dalı motifleri uzaktan bile görülebilen, dikkat çeken bir asa... Neler olup bittiğini hemen anlayamayan Doderic ve Merl, büyük bir hayretle önce suyu, sonra asayı, son olarak da Inilius'u ağızları açık seyretti. Şaşkınlığı üzerlerinden atınca da yavaş yavaş yaklaştılar. Yeni ganimetleri kesinlikle görülmeye değerdi. Asanın sapında, renkli taşın hemen altındaki kısımda "Jadr-er-Kagan" yazıyordu. Yoldaşlar bunun ne anlama geldiğini bilmiyorlardı ama Inilius bunun Jadar lisanında birbirine bağlanmış iki sözcük veya bir isim tamlaması olduğunu tahmin ediyordu. Inilius Jadr-er-Kagan'ın büyüsel aurasını tanımlamaya çalışıyor (Arcana 15) 2d9+3 : 6, 8 + 3, toplam sonuç 17 DM: Macera listesi ve Inilius'un karakter bilgileri güncellendi. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı Yamaçları, 10:00 Yoldaşlar boşalan mataralarını doldurmak için gizli mağaranın en derin noktasındaki sarnıca inmiş ve orada sudan daha fazlasını bulmuşlardı. Eski bir büyü asası olan Jadr-er-Kagan, Inilius'un marifeti sayesinde onların kontrolündeydi artık. Yarı-elf onu sudan çekip çıkarmış, onun gücüyle kendi benliği arasında bir bağ kurmuştu. Asanın adı, soğuk hudutlarda yaşayan halkların dilinde "Yaşam veya Ölüm" anlamına geliyordu. Asayı kullanan kişi, bu iki kavram arasındaki sınırları ortadan kaldıracak güce erişebiliyordu. Ama asayı kullanmanın her zaman bir bedeli oluyordu. Eğer kişi onu dikkatli kullanmazsa, delirmesi veya kendini öldürmesi de mümkündü. Mataralar dağın taze ve canlı suyuyla dolmuş, ayrılık rüzgârı esmeye başlamıştı. Riag Dağı'nın soğuk patikaları onları bekliyordu artık. Kaldia'nın bu sarp kısımlarında yürürken zamanı dikkatli kullanmak gerekiyordu. Yöre halkı, gecenin çöküşünden önce başını sokacak bir yer bulamayan ve zalim karların altında kalarak yitip giden sayısız maceracının öykülerini anlatır dururdu. Bu patikalarda kaybolmamak gerekirdi. Zamanı az olan bir yolcunun yönünü şaşırmak gibi bir lüksü yoktu. Üç adam, kurutulmuş yolluklarından birkaç lokma yiyerek açlıklarını geçiştirdi. Sonra da yukarıdaki mağaraya geri dönerek dışarıya, uçurum kenarındaki kısa patikaya çıktılar. Adımlarını büyük bir dikkatle atarak karşıya geçtiler ve basamaklar misali aşağılara doğru inen kayalık sırta geri döndüler. Yeniden gün ışığının altında olmak, uzunca bir süredir mağaranın gölgelerinde olan yoldaşları ferahlatmıştı. Gökyüzü tıpkı muhafız liderinin sabahın erken saatlerinde öngördüğü gibi açık ve aydınlıktı. Güneş seyrek bulutların arasından tepelere düşüyor, karlı zirveleri parlatıyor, dağ yolundaki keskin soğuğu biraz olsun yumuşatıyordu. Karlı kayaların üzerinde birbirinin peşi sıra ilerleyen adamlar, taze dağ havasını içlerine çekti. Kısa süren bir yürüyüşün ardından ana patikaya varmışlardı. Yol güneyde boş dağ evine doğru iniyordu. Kuzeyde ise önce onları tepelerden biraz aşağıya indiriyor, sonra da Riag Dağı'nın eteklerine ulaşarak zirveye doğru gerçek tırmanışına başlıyordu. Gidilecek yol belliydi ve kaybedecek vakit yoktu. Yoldaşlar kolay bir parkur üzerinde yaklaşık bir saat kadar yürüyerek, Riag Dağı denilen muazzam toprak yığınının gölgeli kucağına ulaştı. Görünürde onları yukarıya doğru götürecek olan yalnızca bir yol vardı. Kısa bir molanın ardından bu yolu tutarak, zirve yolundaki ilk adımlarını attılar. Geniş patikanın sol tarafı, Riag Dağı'nın yer yer bir duvarı andıran keskin köşeli kayalarıyla örülüydü. Sağ tarafta ise, yürüyüş devam ettikçe daha da yükselen sarp bir uçurum devam ediyordu. Düzensiz yol; bazen dağın kenarına zorlukla tutunmuş ince ve çıplak bir patika, bazen kaya öbeklerinin arasından geçen nispeten güvenli bir geçit, bazen de kısa ve geniş bir düzlük şeklinde ilerliyor, yoldaşlara her seferinde daha farklı bir manzara sunuyordu. Bu oluşumların her biri kendine has tehlikelere gebeydi. Her bir dönüşten sonra daha farklı bir plan yapmak gerekiyor, zemine daha farklı basmak icap ediyordu. Tırmanış başladıktan aşağı yukarı iki saat kadar sonra, artık Muldaran tepeleri de, dağ evleri de, muhafızlar da geride kalmıştı. Birkaç saat önce iç içe oldukları her şey artık onlara çok uzaktaydı. Buradan bakınca, arkalarında bıraktıkları yollar çok farklı görünüyordu. Yoldaşlar adeta uzak bir diyarı izlemekteydiler. Rüzgârlar bile aşağılarda kalmış gibiydi, çünkü şimdi yeni ve sessiz bir noktaya ulaşmışlardı. Dağın her iki tarafı da kaya yığınlarıyla çevrili, küçük bir vadiyi veya geçidi andıran yüksek bir noktasındaydılar. Burada insana kendini farklı hissettiren tuhaf bir sükûnet vardı. Güçlü esintilerin bile giremediği, kurtarılmış küçük bir bölge... Sanki sihirli bir kapıdan geçmiş, aniden başka bir yere gelmişlerdi. Ana patika geçidin sol tarafına doğru kıvrımlı bir biçimde devam ediyor, yolun ilerisi görünmüyordu. O tarafta sadece eski bir yapının kalıntısı olabilecek iki kırık sütun ve birkaç taş parçası göze çarpıyordu. Geçidin sağ tarafında ise büyükçe bir toprak birikintisi vardı, kendi başına küçük bir tepecik sayılabilirdi. Bu tepeciğin en yüksek noktası, bölgeyi çevreleyen kaya yığınlarından da yüksekteydi. Yoldaşlar çok geçmeden bir şeyi de anlamışlardı. Hem tırmanış şeridi, hem de havanın soğukluğu önemli ölçüde enerji kaybettiriyordu. Yemek yeme ihtiyacı eskisinden çok daha sık bir biçimde kendini hissettiriyor, saatler geçtikçe diğer her şeye üstün gelmeye başlıyordu. Doderic'in çevresel şartlara uyumu (Survival 8) 2d9 : 2, 8, toplam sonuç 10 Merl'ün çevresel şartlara uyumu (Survival 8) 2d9+1 : 4, 7 + 1, toplam sonuç 12 Inilius'un çevresel şartlara uyumu (Survival 8) 2d9+2 : 8, 6 + 2, toplam sonuç 16 DM: Roleplaying serbest. Eğer anlatmamı isterseniz, (vakit bulunca) sol taraftaki ana yoldan devam ederim. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı Yamaçları, Harabeler, 10:30 Riag Dağı'nın zirvesine çıkan yollarda, soğuğun ve açlığın yarattığı zorluklar şimdilik başka bir duyguyla bastırılıyordu: Merak. Patikanın ilerisindeki, gelenleri yüksekçe bir noktadan selamlayan kırık sütun parçaları kesinlikle birer merak unsuruydu. Kıvrılan dağ yolunun devamında, başlarını sokabilecekleri bir sığınak veya yönlerini tayin etmeye yardımcı olacak bir ipucu olabilir miydi? Bunu birazdan anlayacaklardı. Yoldaşlar sol taraftaki kayalara yaslandılar ve o yöne doğru ilerlediler. Geçitte attıkları her adım, sütunları biraz daha yaklaştırdı. Garip sessizlik havası daha bir duyulur oldu. Dağın bu kısmında neredeyse çıt çıkmıyordu. Havanın soğukluğu da bu durağanlığı fırsat biliyor, sinsice geziniyordu. Esintilerle kendini ele vermiyor, yoldaşları tuzağına düşürmeye uğraşıyordu. Doderic, Inilius ve Merl, ilk etapta üzerinde yıkık sütunların olduğu kayalara ulaştı ve aşağıdan sütunlara bir göz attı. Bunlar büyük kaideler üzerinde duran, düzgün kesilmiş, çok eski sütunlardı. Başlıklarının çoğu düşmüştü, sütunların da neredeyse hepsi yıkık döküktü. Kimlere veya ne zaman ait olduklarıyla ilgili belirgin bir işaret yoktu. Sonra geçit sola doğru kıvrıldı. Onları kaya duvarların arka tarafına, dağların orta yerindeki bir genişliğe ulaştırdı. Grubun başını çeken Inilius şimdi ayaklarının önünde derinleşen -ve dip kısmı çok aşağılarda kalmış olan- büyükçe bir vadiye bakıyordu. Doderic ve Merl de çok geçmeden yetişmiş, bu yeni manzarayı izlemeye koyulmuştu. Dağ yolu vadinin sol kanadı boyunca geniş bir balkon misali ilerliyor, yeniden tırmanışa geçeceği karşıdaki yamaca kadar uzanıyordu. Burası vadinin iki ucunu bir köprü misali birbirine bağlayan doğal, kayalık bir terastı. Üzerinde çoğu artık yıkılmış ve dağılmış olan sütun, kemer ve duvar gibi kalıntılar vardı. Kırık dökük yüzlerce taş parçası, terası bir uçtan diğerine kadar dolduruyordu. Üzerleri karlarla ve buzlarla kaplanmıştı. Gözlerini bu yeni görüntüye kenetlemiş olan Merl, harabeleri bir süre izledikten sonra buranın Demirduvar cücelerinin eski ve uzak bir soyuna ait olması gerektiğini açıkladı. Böyle bir yeri daha önce hiç duymamıştı. Belirli bir klan adı veya yerleşim ismi veremiyordu. Lâkin, harabelerdeki taş işçiliğinin ve mimarinin özelliklerinden bu çıkarımı yapabilmişti. Eğer soğuk hava iliklerine işlememiş olsaydı, belki Doderic ve Inilius da bu manzaranın cazibesine kapılabilirdi. Ama yoldaşların ısınmaya ve karınlarını doyurmaya şu anda diğer her şeyden daha çok ihtiyaçları vardı. Inilius, Merl'ün de en az onlar kadar aç ve üşümüş olduğunu biliyordu. Dağ yolunda şartlar hızla değişmeye başlamıştı. Eğer yola devam edilecekse, yeni hazırlıklar yapılmalıydı. Zor olacağını biliyordu, ama yine de denemek durumundaydı... Son birkaç dakikadır ortalıkta gezinip etrafına bakmakta olan yarı-elf, sanılabileceğinin aksine taşları veya mimariyi incelemiyordu. Vadi manzarasını da izlemiyordu. Onun şu anda tek düşündüğü, çevrede yiyecek bir şeyler bulabilmenin mümkün olup olmadığıydı. Zira yoldaşların yiyecek pek bir şeyleri kalmamıştı. Eğer önlem alınmazsa, Riag Dağı yolunda ilerleyememek şöyle dursun, geri dönebilmek bile mümkün olmayabilirdi. Inilus harabelerin çevresinde yiyecek arıyor (Survival 12) 2d9+2 : 7, 8 + 2, toplam sonuç 17 Gizli 2d9 : 2, 8, toplam sonuç 10 Gizli 2d9+3 : 2, 8 + 3, toplam sonuç 13 Gizli 2d9+1 : 6, 1 + 1, toplam sonuç 8 DM: Devam edeceğim. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı Yamaçları, Harabeler, 10:40 Harabelerin eski taşları arasında dolanan Inilius, son bir-iki dakikadır tuhaf, cılız bir ses duyuyordu. Huzursuz bir hayvanın zayıf, tiz sesi... Korkutmayan, ama aynı oranda huzursuz eden bir ses. Yarı-elf son adımlarını bu sesin kaynağına doğru atmıştı. Biraz evvel iki eski mermer blokun arasından geçmiş, şimdi de bir türbeye benzeyen, çatı kısmı yıkılmış bir kalıntıya ulaşmıştı. Ses artık yakınlardan bir yerden geliyordu. Inilius yapının sağ cephe duvarının kenarına geldi. Bir eliyle yüzyılların aşındırdığı pütürlü duvardan destek alırken bir süre orada durdu. Hassas kulakları dikkat kesilmişti. Bölgenin sessiz olması şu anda çok işine yarıyordu. Ve sonunda emin olmuştu. Feryadı andıran sesler türbe kalıntılarının tam arka tarafından geliyordu. Sesin kaynağını görebilmek için duvar boyunca ilerleyip köşenin ardına bakması yetecekti. Yoldaşları harap olmuş duvarların arasında gözden kaybolurken, Merl ve Doderic de tesisin aynı kanadında korunaklı bir girinti buldular. Doderic ellerini ovuşturdu, küçük parmaklarını ısıtmaya uğraştı. Ceplerindeki karları boşaltması ve ufak-tefek eşyalarını bir düzene sokması gerekiyordu. Merl ise karnından gelen gurultuları türlü hayvan seslerine benzetmekle meşguldü. İkide bir kıkırdamasına bakılırsa bunu yapmayı eğlenceli buluyordu. Inilius birazdan karşılaşacağı hayvanın başının dertte olduğunu daha köşeyi dönmeden anlamıştı. Tiz feryat hep aynı tınıdaydı. Hep aynı duyguyu seslendiriyordu: Çaresizlik. Acaba bir yere mi sıkışmıştı? Veya zor durumda olan yavrusu için mi ağlıyordu? Koca bir dağ tilkisiydi bu. Yıkık dökük duvarlarla çevrili çıkmaz bir aralığın en dibinde, kıpırdayamaz hâldeydi. Yaralı olmalıydı, tıpkı Inilius'un tahmin ettiği gibi... Tilkinin bacağındaki garip çıkıntı uzaktan görülebiliyordu, talihsiz bir kırık olabilirdi bu. Yarı-elfin tahmin edemediği şey ise, tilkinin aslında koca bir okla vurulmuş olduğuydu. Hayvanın bacağındaki çıkıntı bir kemik kırığı değil, isabet almış bir okun sap kısmıydı. Atış zavallı hayvanı arkadaki buz kütlesine mıhlamış, onu burada acımasız bir kaderle baş başa bırakmıştı. Inilius bunu anladığında çok daha temkinli hareket etmeye başladı. Hayvan -vurulmuş olmasına rağmen- hâlâ hayattaydı. Demek ki yaralanmasının üstünden fazla vakit geçmemişti. Onu vuran kişinin yakınlarda bir yerde olma ihtimali yüksekti. Zaten bu zorlu şartlarda kim avlamayı başardığı bir hayvanı öylece ortada bırakıp giderdi ki? Cevap basitti: Hiç kimse. Yarı-elf harabelerde yalnız olmadıklarını anlamıştı. Tilki için -onun acısını sonlandırmaktan başka- yapılacak bir şey yoktu artık. Inilius talihsiz hayvana bu merhameti gösterdi. Onun parlak tüylerini son bir kez okşadı, özür ya da teşekkür olabilecek bir şeyler mırıldandı. Hayvanın hızla solup giden yaşamı, ona ve yoldaşlarına hayat verecekti. Ve şimdi tilkiyi bir kenara bırakıp derhal yoldaşlarını bulmalıydı. Şu ok hadisesini onlara anlatması gerekiyordu. Burada gezerken arkalarını kollamaları gerekebilirdi. Her türlü olasılığa karşı hazır olunmalıydı. Yarı-elf henüz geriye doğru birkaç adım atabilmişti ki, bulanık bir şey kafasının tam üstünden hızla geçti. Tiz bir ıslık gibi havayı yarıp geçmiş, arkadaki taşlara çarparak yere düşmüştü. Bir oktu bu. Tilkiyi avlayan kişinin yayından çıkmış, Inilius'u da aynı çıkmazda avlamaya çalışmıştı. Ve vazgeçecek gibi de görünmüyordu. Inilius rakiplerini tam karşısında görüyordu artık. Havada salınan iki tane kafatası, birer kemik sürüsünü de beraberinde sürükleyerek yaklaşıyordu. Birer kukla gibi hareket ediyorlardı ve her hamlelerinde kemik parçaları birbirine çarpıyor, komik tıngırtılar çıkarıyordu. Ama durum hiç komik değildi. Kuklalardan birisi ok ve yay, diğeri de bir kılıç kuşanmış, Inilius yakınlarda belirir belirmez de şuursuzca saldırıya geçmişlerdi. Asıl korkutucu olan ise, mekanik bir biçimde hep aynı şeyi yapacak olmalarıydı. Akılları da, fikirleri de yoktu. Korku veya yorgunluk tanımayacak, geri adım atmayacak, merhamet göstermeyeceklerdi. Daha da kötüsü, hareketli bir kemik torbasıyla karşılaşmak her zaman sinir bozardı. ![]() Inilius'un savaş önceliği (Debuff) 2d9-1 : 7, 8 - 1, toplam sonuç 14 Merl'ün savaş önceliği 2d9 : 9, 8, toplam sonuç 17 Doderic'in savaş önceliği 2d9 : 5, 9, toplam sonuç 14 İskeletlerin savaş önceliği 2d9 : 8, 4, toplam sonuç 12 |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı Yamaçları, Harabeler, 10:41 Inilius arkadaşlarını en son harabelerin giriş kısmında görmüştü. Onlara en fazla on metre uzaklıkta olmalıydı. Ama şimdi öyle bir duruma düşmüştü ki, tek bir saniyenin bile hayatî olduğu bu tehlike anlarında on metrelik mesafe bile uzak geliyordu. Tıkırtılar ve sürtünen demir sesleri çıkaran iki uğursuz kemik torbası, Inilius'u bir çıkmazda sıkıştırarak gafil avlamaya çalışmıştı. Yarı-elf onları gördüğünde teninden bir ürperti dalgası gelip geçmiş, genç adam bir-iki saniye boyunca hiçbir şey düşünememişti. Yine de çabucak toparlanmasını bilmişti. Hatta, iskeletler organize bir saldırı gerçekleştirmeden evvel davranacak kadar da hızlıydı. O sırada bir şeyi de düşünmeden edememişti yarı-elf: Bu iskeletler plan yaparak hareket ediyor olabilirler miydi? Az da olsa zekâya sahip olmaları mümkün müydü? Cevabı elbette ki bilemezdi, zaten aramamıştı da. Burada karşılaşmaları bir tesadüften ibaret de olabilirdi. Jadr-er-Kagan'ın kızıl-yeşil taşı parıldadı. Buz mavisinden ve griden başka rengin olmadığı bu yüksek ve uzak yerde dikkate değer bir görüntüydü bu. Inilius büyülü asayla nasıl bütünleşeceğini de, ona hangi sözlerle hitap edeceğini de artık biliyordu. Ve tabii, bu asayı kullanarak bir ölüye saldırmanın bedelini de... Kadim asa kontrolü eline almışçasına yarı elfin canından ve kanından çekip onu acılar içerisinde bırakırken, kılıcıyla Inilius'u deşmeye hazırlanan şuursuz iskelet güçlü bir patlamayla parçalara ayrıldı. Ama yok edilmesi gereken iskeletlerin sayısı hâlâ ikiydi. Çünkü Inilus henüz güç sözlerini mırıldanırken, harabenin uzaktaki yıkık taşları arasından yeni bir şekil, üçüncü bir kemik torbası daha kendini göstermişti. Inilius onu son anda görmüştü. Neyse ki yeni ürperti dalgasının dikkatini dağıtmasına izin vermemiş, asaya söz geçirmeyi başarmıştı. Ama bedeni aynı gücü bir kez daha kullanmaya yeter miydi? Yaşadığı ıstıraptan sonra yarı-elf artık bunu kestiremiyordu. Asayı bir kenara bırakıp, iskeletlerle başa baş bir mücadeleye mi girmeliydi? Inilius'un daha fazla düşünecek vakti kalmamıştı. Yeni bir endişe dalgası bir kova su misali başından aşağı döküldü. Yarı-elf, bir süredir arkaplanda geri saymakta olan gerçeğin hedefindeydi şimdi. Okçu iskelet kendisine nişan almıştı ve ikinci okunu göndermek üzereydi. Ölüm ve yaşam arasındaki çizginin üzerindeydi Inilius, ne tarafa düşeceğini de bir saniye sonra öğrenecekti. Hem Inilius'un birkaç dakikadır ortalıkta olmayışı, hem de harabelerin heyecan verici ve keşfedilmeyi bekleyen görüntüsü Doderic'i harekete geçirmişti. Buçukluk aynı yerde bir-iki dakika işsiz-güçsüz kalmasın, asla yerinde duramazdı. Dolaşmaya, incelemeye ve kurcalamaya başlardı. Merl de buçukluğun peşi sıra hareketlenmişti. Hem böyle soğuk ve sessiz bir yerde yalnız kalmamak, hem de midesinden gelen çığlıklara bir çözüm bulabilmek için... Cücenin ömrü bu serin dağlarda geçmişti. Silahla ve kanla gençlik yıllarından tanışıktı. Yaşamı bildiği kadar ölümü de biliyordu savaşçı. Vaktiyle o karanlık denize birçoklarını göndermiş, onlara uzun uzun bakmayı da ihmal etmemişti. Ve o kadar uzun bakmıştı ki, hayatının bir döneminde, yaşamla ölümün arasındaki o net çizgiyi kaybetmişti. Her iki kavram da iç içeydi. Her iki âlemin de birbirine sınır çizgisi yoktu. Yaşam zorlukla ve çabayla oluşuyordu, geçiciydi, çabucak kaybediliyordu. Cüce onlarca yakınını savaşlarda ve çatışmalarda kaybetmiş, yüzlerce düşmanın yaşamına da kendi elleriyle son vermişti. Daha dün, sevgili yoldaşı Rolandus'a acı bir biçimde veda etmişti. Bütün bunlara rağmen kendisi yaşıyordu. Peki herkes ölüp gitmişken, bu gerçekten de yaşamak mı oluyordu? O bunu hak ediyor muydu? Veya bu hakkını iyi koruyabiliyor muydu? Kendi yaşamı da ansızın ellerinden kayıp gitmez miydi? Yaşama sevinciyle, umutla, coşkuyla ve keşfetme arzusuyla dolu bir yoldaş edinmek, onunla vakit geçirmek Merl için şüphesiz ki beklenmedik bir durumdu. Beklenmedik, ama harika... Savaşçı onun anlattıklarının kelimesini anlamıyordu. Ama onu izlemek, ne dediğini anlamasa bile onun ses tonundaki neşeyi duyabilmek cüceye iyi gelmişti. Merl uzunca bir süredir ilk defa, geçmişinin gölgelerinin uzağında bulmuştu kendini. Harabelerde merakla ilerleyen yoldaşının peşi sıra koştururken bunları düşünüyordu cüce. Seslere doğru biraz ilerledi. Kırık bir sütunun etrafından dolandı ve tam karşıya devam etti. Biraz sonra Doderic'i eski, etrafı korunaklı taştan bir avlunun orta yerinde buldu. Buçukluk bakışlarını yerdeki bir noktaya kenetlemişti. Acaba ilgi çekici bir şey mi bulmuştu? Cüce soluğu hemen onun yanında aldı. Şimdi her iki yoldaş da, korunaklı taştan avlunun orta yerindeki koca demir kapağa bakıyorlardı. Yuvarlak, süslemeli, büyükçe bir kapaktı bu. Üzeri pasla ve buzla örtülmüştü. İkili bir süre boyunca kapağa öylece baktı. Sonra Merl, kapağın üzerine işlenmiş bazı harfleri tanıdığını fark etti. Pas ve toz tabakasının altından gün yüzüne çıkmaya çalışan harfler, Demirduvar lisanının eski bir biçimine aitti. Kapakta, dört kocaman harf ile "TARN" yazıyordu. İkili tam bu yeni keşfin heyecanıyla birbirlerine bakarken, avlunun tam arka tarafından çatırtıya, veya patlamaya benzer güçlü bir ses duyuldu. Etrafa bir şeyler saçılmış, takır tukur sesler çıkmıştı. Bu ne olabilirdi ki? Merl ve Doderic şaşkınlıkla o tarafa baktılar. Önlerinde eğimli bir duvar bulunduğu için o tarafta olup bitenleri göremiyorlardı Ama Merl durumu anlamıştı. Duvarın öteki tarafında sessizce savaşan birileri vardı, cücenin savaş görmüş kulakları kılıçların sürtünmesini ve bir okun havayı yarış sesini hemen tanımıştı. Lâkin, bir çarpışmanın böylesine sessizce yapılmasında bir tuhaflık vardı. Ve şu ana kadar Inilius'un sesini hiç duymamış olmaları da şimdi onları fevkalade rahatsız etmişti. Yarı-elf neredeydi? Ne durumdaydı? Artık bunu hemen öğrenmek gerekiyordu. Okçu iskelet Inilius'a nişan alıyor 2d9+1 : 5, 1 + 1, toplam sonuç 7 DM: İskeletler sıralarını savdılar. İkinci tur başlıyor. Merl ve Doderic müdahele edebilecek mesafedeler. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı Yamaçları, Harabeler, 10:42 Kaya duvarın köşesini dönen savaşçı cüce, bir an bile tereddüt etmeden kılıçlı iskeletin üzerine atladı. Baltasını var gücüyle ona doğru savurdu, isabet de ettirdi... Ne var ki, yapabildiği tek şey bir-iki kemiğin üzerine çentik atmak olmuştu. İskeletorlar etten buttan yoksundu. Doğal olarak keskin silahlara dayanıklıydılar. Merl'ün peşinden Doderic çıkageldi. O küçük kollarında mağaradaki goblinden aldıkları gürzü tutuyordu. Korkunç görünümlü silah işe yarayacak gibi görünüyordu, tabii eğer Doderic onu doğru noktaya savurabilseydi... Buçukluk Inilius'u korumak için okçu iskeletora hücum etmiş, bunu yaparken kendine yükseklik kazandırmak için de bir kayanın üstüne basarak sıçramayı denemişti. Keşke kayanın üstü gizli, kaygan bir buz tabakasıyla kaplı olmasaydı. Talihsiz buçukluğun dengesi de, saldırısı da alt üst olmuştu. Ortalık karıştı, kuru ve tiz çığlıklar duyuldu. Bu uğursuz sesler sanki iskeletorlardan değil, dağların derinliklerinden çıkmıştı. Kılıçlı kemik torbası şuursuzca cüceye saldırdı. Merl beklediğinden daha hızlı gelen iki dürtücü hamleyi savuşturdu. Savunmada bir açık vermemeliydi, eğer iskeletin üçüncü hamlesine karşı zamanında pozisyon almazsa açık vermiş olacaktı. İskeletorun kılıcı, üçüncü ve son hamle için dalışa geçti. Inilius durumu değerlendirdi. İşler iyice karışacak gibiydi. Kılıçı iskeletor Merl'e karşı saldırıya geçmiş, onu kılıcıyla rahatsız ediyordu. Diğer iskeletor ise oku ve yayı bir kenara bırakarak, sivri dişlerini ve tırnaklarını Doderic'e geçirmeye hazırlanıyordu. Inilius'u yeni bir okun kurbanı olmaktan kurtaran cesur buçukluğa... Bunu yapması an meselesiydi. Inilius güç harflerini hatırlamaya çalıştı. Avucunda sıkı sıkı tuttuğu bir taş vardı. Biraz da çaresizlikten, iskeletoru ilk etapta onunla vurmaya hazırlanmıştı. Sonra düşündü... Bu ne kadar fayda edecekti? Yarı-elf bu atışı nasıl etkili kılardı? Zihninde alev alev yanan bir şekil belirdi: Z. Bir güç harfiydi bu, hareketin ve hızın eş anlamlısıydı. Movis diye okunurdu. Bu harf büyü kullanıcısının mahareti doğrultusunda taşlara bile yazılabilir, gücü onlara aktarılabilirdi. Inilius da tam olarak bunu yapmıştı. Fırlattığı taş havada o kadar hızlı seyretmişti ki, sadece bulanık bir ışık huzmesi şeklinde görünmüştü ve okçu iskeletin kafatasını paramparça etmişti. Kılıçlı iskeletor Merl'e saldırıyor (Melee 13) 2d9+1 : 4, 2 + 1, toplam sonuç 7 DM: Movis, Arx Fatalis adlı oyundaki büyü harflerinden birisidir. Geriye sadece Merl'e kılıçla saldıran iskelet kaldı. Üçüncü tur Merl'ün hamlesiyle başlayabilir. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı Yamaçları, Tarn Harabeleri, 11:30 Merl, şuursuz iskeletorun savurup durmakta olduğu kılıcı arka arkaya birkaç kez savuşturduktan sonra baltasının kör kısmıyla sert bir karşılık verdi. İskeletoru tam kafasından vurup parçalayarak Riag Dağı'nın karlarına gömecek olan tek bir hamle... Bu son darbe, bir süredir kulakları tırmalamakta olan kemik tıngırtılarının da sonunu getirmişti. Doderic, Inilius ve Merl birkaç nefes boyunca birbirlerine baktılar. Bu beklenmedik bir saldırıydı. Ucuz atlatmışlardı, özellikle de iskeletorlar tarafından köşeye sıkıştırılmış olan Inilius. Yarı-elf canının yarısını ortaya koyarak Jadr-Er-Kagan'ı kullanmış, canının diğer yarısını bu sayede koruyabilmişti. Merl ve Doderic çarpışmaya tam zamanında yetişmiş, iskeletorların dikkatini üzerlerine çekerek dostlarını büyük bir tehlikeden kurtarmışlardı. Inilius çarpışmanın sona erdiği o dakikalarda biraz güçsüz ve solgun görünüyordu. İsmi eski Jadar lisanında Yaşam veya Ölüm anlamına gelen bu tuhaf asayı kullanmanın bedeliydi bu. Yine de hayattaydı ve bu da yeterliydi. Yoldaşlar kimsenin yaralanmadığından emin olunca dikkatlerini çevreye yönelttiler. İskeletler gitmişti, ama peki şimdi güvende miydiler? Öğle yemeğinde koca bir dağ tilkisi vardı. Yemeye alışkın oldukları bir şey değildi bu, tadı da muhtemelen nahoş gelecekti. Ama Riag Dağı yollarında yaşam mücadelesi veren üç yoldaş için bu bir sorun sayılmazdı. Esas sorun şuydu: Drecumarex'in denetimi altındaki bölgenin hudutlarına varılmıştı. Eli silah tutan iskeletorlar bunun bir göstergesiydi. Dağ yolunda yaşamını yitirenlerin kemiklerinin kendi başlarına doğrulup gelene geçene saldıracak hâlleri yoktu. Riag Dağı yolcularının türlü felaketler veya yolun zorlukları sonucunda hayatlarını kaybetmiş olmaları zaten yeterince acıydı. Büyü marifetiyle ayaklandırılıp şuursuz askerler olarak ortalıkta gezmeleri ise kabul edilecek bir şey değildi. Güneş, bölgenin doğu tarafında birikmiş olan koca bir zirvenin ardından sıyrılarak kendini gösterdi. Tarn'ın yıkık dökük taşlarla ve kemerlerle dolu terasını örten karlar bembeyaz parıldadı. Terasın ardında, vadi geçidinin karşı tarafında kalan yamaçlar ve Riag Verhaal'a doğru uzanan patikalar olanca açıklığıyla görülebiliyordu. Şimdilik... Yılın bu zamanında bulutların kenara çekilmesi ve havanın aydınlanması pek alışılagelmiş bir durum değildi. Yine de sevinmeye değer bir gelişmeydi bu. Böyle mavi bir gökyüzüne sonbaharda bu dağlardan geçmiş olan kaç yolcu denk gelmiş olabilirdi ki? DM: Her türlü roleplaying ve hamle serbest. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı Yamaçları, Tarn Harabeleri, 11:40 Yeni ve taze bir rüzgâr, Riag Dağı'nın zirvelerinden bir çığ misali koparak dağ yolunun aşağılarına doğru aktı. Karları savura savura hızla indi, Riag Verhaal'in, Büyük Basamak'ın, Israd Köprüsü'nün ve Tarn Harabeleri'nin üzerinden öfkeyle geçti. Aşağı tepelere ve Muldaran'a doğru ulaştığında, ardında bıraktığı her yerde büyük birer kar ve toz zerreciği bulutu bırakmıştı. Gökyüzünün maviliğini griye boyamış, az önce sarımsı beyaz parlamakta olan Güneşi ise donuk, gri bir disk hâline getirmişti. Bu ani soğuk hava dalgası, geldiğine dair bir belirti göstermeden hızla yakalayıvermişti yoldaşları. Harabelerdeki koca taş bloklar onları bu fırtınanın şiddetinden kısmen de olsa korurdu şüphesiz, ama ısıran ve kıyafetlerinin tüm açık yerlerinden içeriye doğru acımasızca saldıran soğuktan değil... |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı Yamaçları, Tarn Harabeleri, 12:30 Kar fırtınası yoldaşların üzerine çöktüğünden beri olan biten her şey birer hayal gibi gelip geçiyordu Inilius'un zihninden. Tükenmiş olan bedeni sonunda düşmüş, ince uzun yüzü karlara gömülmüştü. Dağ yollarındaki zorlu mücadele artık bitmiş, ebedi bir istirahatin sıcaklığı yarı-elfin dört bir yanını sarıvermişti. Artık zaman gelmişti. Yarı-elfin havada ilerleyen gözlerinin altından küçük kar tepecikleri geçip gitti. Çelimsiz bedeni buzların ve taşların üzerinde seyrediyor, yaşam bedenini terk ederken adeta göğe doğru yükseliyordu. Toprağın ve bulutların görüntüleri böyle akıp giderken, bir an için Vanelor'u düşündü. Onun saflığını ve masumiyetini. Ve tabii ki, onu kendisine sormadan ebediyete yolcu eden aşağılık Ristael'i... Demek böyle bitiyordu. Kadim bir dostun yerde kalmış olan kanını temizleyemeden. Yaptığı her şeyi o şerefsiz haydutun yanına bırakarak. Doderic'i düşündü. Nardor'daki tavernada tanıştıklarından beri ne yollar arşınlamış, ne badireler atlatmışlardı. Buçukluğa Palria lisanından bir şeyler öğretmek için nasıl da çabalamış, onun yaptığı bazı komik hatalara ne çok gülmüştü. Ve Merl'ü düşündü. Yüce gönüllü cüce savaşçı onları korumak için mağarada nasıl da öne çıkmış, dağ muhafızlarına nasıl da kafa tutmuştu. Cüce kendi canını hiçe sayarak iskeletlerin üzerine nasıl da hücum etmiş, yarı-elfi nasıl da kurtarmıştı. Ve sonra, iki yoldaşının Riag Dağı yollarında bir başlarına, rehbersiz ne yapacaklarını düşündü. Talihsiz Vanelor'un yanına eklenecek iki isim daha: Doderic ve Merl. Kaybedilmiş iki kıymetli dost. Inilius gözlerini açtı. Bilinci açıldığında, birileri tarafından karların üzerinde taşınıyordu. Ve hayır. Tabii ki burada bitmiyordu. * * * Türbenin tavanı çöküp de yerle bir olalı kim bilir kaç yüzyıl geçmişti. Tıpkı Tarn'daki diğer yapılar gibi geçmişte burası da oldukça sağlam bir biçimde inşa edilmiş, ama yerleşimi bu hâle getiren olaylar zincirine ne yazık ki o da direnememişti. Ama duvarları kısmen de olsa ayaktaydı. İç kısımda bulunan korunaklı duvar köşeleri yoldaşları havanın soğukluğuna karşı değilse bile rüzgârın acımasızlığına karşı koruyabilirdi. Merl ve Doderic dağ tilkisinin derisini yüzerken çok iyi bir iş çıkarmıştı. İki adam, ölümle pençeleşmeye başlayan talihsiz dostlarının bedenini önce türbenin korunaklı duvarları arasına taşımış, sonra da tilkinin postuyla iyice sarmış, onu sıcak tutmaya uğraşmışlardı. İki adamın dondurucu soğukta bir süredir büyük eziyetlere katlanarak yaptığı her şey, yarı-elfin bedenindeki son yaşam ışığı da rüzgârlarla savrulup gitmesin diyeydi. Eğer Inilius'un hipotermiyi atlatmak için bir şansı olacaksa, bu şansı Merl ve Doderic yaratacaktı. Ve bir de ateş yaksalar hiç fena olmayacaktı. Sıcak, parlak, hayat veren bir ateş... Merl tutuşturulabilecek bir şeyler aramaya çoktan başlamıştı. Doderic ise çakmak taşını ve dağ muhafızlarının armağanı olan kurutulmuş ağaç köklerini bulabilmek için yarı-elfin bohçasını karıştırmaktaydı. Çok geçmeden zayıf da olsa bir ateş yaktılar ve dağlardan gelen soğuk havayı bir süreliğine de olsa unuttular. Çıtır çıtır yanmakta olan ateşte yemeklerini pişirdiler ve kendi aralarında fazla konuşmadan karınlarını doyurdular. Doderic'in meraklı gözleri, yemeğini yerken çevredeki yıkıntılar arasında gezindi. Her ne kadar lezzetsiz de olsa, şu yemeğin üzerine korunaklı bir çatı altında bir-iki saat uzanabilseler ne harika olurdu. Böyle bir istirahat Inilius için de son derece iyi olurdu. Tarn Harabeleri'nde böyle sağlam bir çatı ne yazık ki kalmamıştı. Sığınabilecekleri en iyi yer şu an bulundukları yer gibi görünüyordu. Yine de buçukluk fazla meraklı ve bir hayli dikkatliydi. Bir ara türbedeki eski bir mezar kalıntısına göz atacağı tuttu. Ve orada eski bir bakır yüzük, birkaç tane de eski para buldu. Eskiydiler ama üç-beş metelik edecekleri kesindi. Uzaklardan gelen bir çatırtının cılız notaları yoldaşların kulaklarına ilişti. Riag Dağı yolları, uçurum kenarlarından sarkan dev buz sarkıtlarının kendi ağırlıklarını taşıyamayıp büyük bir gümbürtüyle aşağıdaki yollara düştüğü veya yerinden kayan bir kar kütlesinin birikerek koca bir çığa dönüştüğü tehlikeli yollardı. Yüksek patikaları geçerken dikkatli olmakta fayda vardı. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı Yamaçları, Tarn Harabeleri, 15:00 Doderic, Inilius ve Merl harabelerdeki yıkık türbe duvarının kısmen korunaklı olan gölgesine çekildiğinde, Riag Dağı yamaçlarındaki hava da tıpkı yoldaşlar gibi sessiz ve kıpırtısız bir hâl almıştı. Az önceki buz fırtınasıyla kıyaslandığında tuhaf ve aldatmacalı görünen, durağan bir hâl... Havada bir istikrarsızlık hakimdi. Dağın küçük ve düzensiz esintileri taşların arasında vızıldamaya devam ederken, üç yoldaş gözlerini biraz olsun kapatmayı denedi. Niyetleri uyumak değildi, bu şartlarda olamazdı da. Tek istekleri biraz olsun sakinleşebilmek, düşüncelerini endişeden biraz olsun uzaklaştırabilmekti. Yine de az önceki fırtınayı akıllarında canlandırmadan edememişlerdi. Sanki büyükçe ve görünmez bir canavar Riag Dağı'nın zirvelerinden eteklerine kadar hışımla inmişti de, tozu dumana kattıktan sonra ortadan kayboluvermişti. * * * Fısıltılarla ve anlaşılmaz sözcüklerle dolu bölük pörçük bir uykudan uyandığında, yarı-elfin karşısında kızıl sakallı, koca burunlu bir cüce dikiliyordu. Bir elini dostane bir şekilde yarı-elfin omzuna atmış, büyük ve güçlü parmaklarıyla yarı-elfi bilinçsizlik âleminden çekip almıştı. Keşke Inilius'un halsizliği de böyle basit bir dokunuşla vücudundan çekilip alınabilseydi. Gitme vakti gelmiş olsa gerekti. Büyücünün yarı açık gözleri hemen çevrede gezindi. Şimdi buçukluğu arıyordu, Nardor'da buluştuklarından beridir o küçük ayaklarıyla buralara kadar tırmanmış olan sıcak yürekli diğer yoldaşını... Onu yıkıntıların arasında dolaşırken ve sağı-solu incelerken görmeyi umuyordu. Oysa Doderic sinmiş olduğu köşeden bir anlığına bile ayrılmamıştı. Dizlerini kendine çekmiş, gözlerini ise yarı-elfin gözlerine kenetlemişti. Uyuyamamış olduğunu belli eden yorgun gözlerinin ardında uykusuzluğun da ötesinde bir dert, bakışlarını donuklaştıran bir perde vardı. Yol onları çağırıyordu. Bunu üç yoldaş da biliyordu. Ayağa kalkarken birbirlerine yardımcı oldular ve fazla vakit kaybetmeden yol için gerekli hazırlıklara başladılar. Ama ne yeni bulduğu bakır yüzüğe dalgın dalgın bakmakta olan Doderic, ne yerdeki okları toplayıp sadağına eklemekle meşgul olan Inilius, ne de iskeletorlardan geriye kalan deri yeleği üstüne oturtmaya uğraşan Merl hazırlıklar esnasında tek bir kelime konuşmuştu. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Yüksek Patikalar, 18:30 Dağ yolu, Tarn yıkıntılarının üzerine serpildiği kayalık terastan ayrılarak kuzeye, yüksekteki patikalara doğru yeniden tırmanışa geçti. Yolun tekrardan başladığı bu noktada Tarn'a ait geniş bir merdivenin de kalıntıları bulunuyordu. Taştan basamakları yıkık dökük ve düzensiz, büyük bir kısmı da buzlanmanın kurbanı olmuş, köşeli kısımları ovalleşerek kayganlaşmıştı. Eski dönemlerde yolculara kolaylık sağlaması için yapılmış olan bu merdiven şimdi bunun tam tersini yapıyor, büyük bir tehlike oluşturuyordu. Yoldaşlar büyük bir gayretle tırmandılar. Kendileri buzlanmış blokların üstünde kayıp düşmemek için büyük çabalar sarf ederken, Inilius'un basamakları beceriyle çıkmış olması Doderic ve Merl ikilisinin gözünden kaçmamıştı. Yarı-elf iyileşme belirtisi mi gösteriyordu? Yoksa bu performansla son gücünü mü tüketmişti? İki kafadar bunu bilemiyordu. Hasarlı ve kaygan merdiven kalıntısı kazasız belasız geçildiğinde, Tarn Harabeleri de artık geride kalmıştı. Dağ yolu kuzeydeki bilinmeyen yüksekliklere doğru belli belirsiz tırmanmaya devam ediyordu. Yoldaşlar başka bir alternatifi olmayan bu yeni patikada karlara bata çıka yürümeye koyuldular. Saat ilerliyor, akşam vakti yaklaşıyordu. Devasa bulut birikintileri saklandıkları tepelerin ardından kendilerini gösteriyordu. Önce gökyüzünde güneşi kovaladılar. Onu kaçırmayı başarınca da tüm mavi boşlukları ele geçirmeye başladılar. Bunlar olurken Riag Dağı'nın yollarına düşen gölgeler büyüdü. Yalnızca dakikalar içerisinde etraf renksiz ve ışıksız bir hâle büründü. Rüzgâr bile soğuk soğuk değil, karanlık karanlık esmeye başladı.. Gölgelerin kucağında yollarını bulmaya çalışan yoldaşlar, yürüyüşlerinin bir noktasında kendilerini öylesine inişli-çıkışlı ve şekilsiz bir rota üzerinde buldular ki, izledikleri hattın gerçekten de bir dağ yolu olup olmadığından şüphe etmeye başladılar. Bir yandan ellerini ve vücutlarını ısıtmaya uğraşırken, bir yandan da hızla gelen kar zerreciklerinden gözlerini korumaya çalışarak etraflarına bakındılar. Kaybolmuşluk şüphesi uyandıran uzun dakikaların sonunda, Merl Gorgar eliyle uzaktaki bir noktayı işaret etti: "Orada!". Nasıl devam edecekleri konusunda bir fikri vardı (Yolculuk). Gençliğini Demirduvar Dağları'nın patikaları ve teraslarında yürüyerek geçirmiş olan ateş saçlı cücenin göstermiş olduğu yöne doğru sessizce yürüdüler. Bir saat kadar sonra da kendilerini derin bir uçurumun kenarında buldular. Yolun sol tarafı dağın büyük kayalarının oluşturduğu girintili-çıkıntılı bir duvara yaslanıyor, sağ tarafı ise derin ve korkunç bir boşluğa doğru iniyordu. Üzerinde yürümenin cesaret değil, delilik gerektirdiği bir yoldu bu. Riag Dağı'nın haşmetini bu kez yukarıya değil, aşağıya doğru bakarken hissedeceklerdi. Patikanın kenarı boyunca kayaların üzerine iri kazıklar çakılmıştı. Bir kazıktan diğerine de -artık çürümüş ve donmuş olan- bir halat çekilerek yolun "emniyeti" sağlanmıştı. Merl bu oluşuma bir süre baktı ve eliyle şöyle bir yokladı. Korkuluk hattı pek sağlam görünmüyordu. Cüce, patikada yürürken sol taraftaki duvara güvenmenin daha iyi olacağına kanaat getirdi ve yoldaşlarını da bu konuda ikaz etti (Yolculuk). Yoldaşlar küçük ve dikkatli adımlarla ilerlediler. Bir anlığına bile olsa aşağı bakmadılar ve korkularının onları yönetmesine müsaade etmediler (İrade). Bu sayede, birkaç dakika içerisinde uçurumun karşı tarafına geçiverdiler. Tehlike geride kalmıştı. Yoldaşlar yeni geldikleri bu noktada dağın yüksek kısımlarına doğru tırmanmaya devam eden başka bir merdiven kalıntısına rastladılar. Sivri kayalarla dolu bir sırtın tam üzerinden yavaş yavaş yukarıya doğru çıkıyor, ilerleyebilmek için ideal olan yegâne hattı oluşturuyordu. Basamaklar nispeten düzgün ve sağlamdı, ama aynı şey çevrede gördükleri sütunlar için söylenemezdi. Yoldaşlar yukarıya doğru çıkarken, onlara sağlı-sollu eşlik eden bu yıkık dökük kalıntıları incelediler. Doderic, bu bölgenin Tarn'ın bir uzantısı olabileceğine dair bir izlenim edindi (İnceleme). Mimari öğelerde ve taş işçiliğinde bazı ortak yanlar vardı. Eğer bu doğruysa, Tarn denen yerleşim henüz tam olarak geride kalmamış oluyordu. Hâlâ onun sınırları içerisinde olabilirlerdi. Inilius yolun daha elverişli hâle gelmesinden de güç alarak grubun önüne geçti. Yoldaşlar arada soluklanarak belki yüz, belki yüzelli basamak kadar çıktılar. Sonra da merdivenin biraz yukarıda küçük bir düzlüğe ulaşmakta olduğunu gördüler. Oraya en fazla yirmi otuz basamak kalmıştı ki, bulundukları noktada durmak zorunda kaldılar. Dağın bu kısımlarında soluklanmak pek fayda etmiyordu ve yoldaşlardan ikisinin, Inilius ve Doderic'in ciğerleri havasızlıktan ağrımaya başlamıştı. Bir basamağın kenarında oturmuş hızlı hızlı nefes alıp verirken, zirvelerden gelen hava dalgalarının içerisinde tuhaf bir ses yakaladı Inilius. Sürekliliği olmasaydı muhtemelen önemsemeyip geçecekti. Ama benzer bir ses kulaklarına ikinci defa çalınınca dikkat kesildi ve kulak kabarttı. Yolun yukarısından bir yerlerden, bir şarkıcının gırtlağından yükselen nağmelere benzer bir sesin küçücük bir kırıntısı duyuldu. Yarı-elf, bir şeyler duyuyor olduğundan emin olunca yoldaşlarına baktı. Doderic, Inilius ve Merl, kısa ama önemli bir an için göz göze geldiler. Gelen sesi üçü de, en başından beri duyuyordu. Birtakım kelimelerin ve tanımsız bir melodinin parçaları olmalıydı bu sesler. Arada anlamsız derecede uzun boşluklar oluyor, yoldaşlar bazen dağın uğultusundan başka bir şey duyamaz oluyorlardı. Sanki sesler aşağılara inerken kayalara çarpıp tuzla buz oluyor, rüzgârlarla oradan oraya savruluyor, kulaklara ulaşana kadar da küçücük ve anlamsız izlere dönüşüyordu. ....ban........r.........akl.......kta......o......d....uzu........bi.........um e.....r........ri....g.......haal...........g.....tm........d.............ors.........z yo...........k.....pa.........o...............unu.............il......s......z e.............ge....m.....e..........al........san...z.......d...rd.....nz.......öl........n...z Harflerin arka arkaya diziliş şekli Doderic'in hafızasındaki bir şeyleri harekete geçirmiş, buçukluk bunun bir mesaj olabileceğini sezmişti. Birisi konuşuyordu, bu kesindi. Ama sesi hiç de doğal gelmiyordu. Esrarengiz bir biçimde yükseltilip uzaklara fırlatılıyormuş gibiydi. Evet, bu bir mesaj olmalıydı. Ama kimden geliyordu? Ve kime gönderiliyordu? Doderic daha dikkatli dinledi. ....ban........r.........akl.......kta......olduğunuzu........bi.........um e.....r........riag verhaal...........g.....tm........d.............ors.........z yo...........k.....pa.........o...............unu.............il......s......z eğer......ge....m.....e..........al........san...z.......dördünüz.......öl........n...z Doderic bunun en fazla dört-beş cümlelik bir pasajın sürekli olarak tekrar edilmesi olduğunu düşünüyordu. Pasajın bazı kelimelerini çıkarabilmişti. Geri kalanı ise hâlâ gizemini koruyordu. Rüzgârın sertçe estiği ve diğer tüm sesleri bastırdığı kısa bir aralıkta, Inilius ve Merl sesleri daha iyi duyabilmek umuduyla son basamakları çıkmaya başladı. Onları gören Doderic de vakit kaybetmeden peşlerine takıldı. Yoldaşların üçü de, yarım dakika gibi bir sürede merdivenin yukarısında uzanan düzlüğe ulaştı. Şimdi, parçalanmış sütun ve duvar kalıntılarıyla çevrelenen, yuvarlak ve geniş bir avluya çıkmışlardı. Şekli itibariyle aşınmış ve parçalanmış bir kral tacını andırıyordu, ve zamana karşı olan mücadelesini artık kaybetmek üzereydi. Zemin yer yer parçalanmış ve çökmüştü. Burada avlu namına ne kalmışsa tamamı ya karla, ya da buzla kaplanmıştı. Yol burada ikiye ayrılıyordu. Avlunun iki farklı ucunda iki yeni merdiven görülebiliyordu. Eğer avlunun sol tarafını oluşturan yıkıntıya doğru giderlerse, az öncekilere benzeyen geniş basamaklar onları batıya doğru uzanan sığ bir vadinin karanlığına indirecek, yeni bir patika şeklinde kıvrıla kıvrıla ilerleyecek ve dağların gölgesinde gözden kaybolacaktı. Ama eğer avlunun sağ tarafındaki basamaklara tırmanır ve daha da yükseklere giden yolu tutarlarsa, tırmanışları önce doğu, sonra da kuzey yönünde en az iki-üç saat kadar devam edecekti. Eğer buna dayanabilirlerse, dağın güney kanadına hakim olan ve tüm bölgeyi tepeden gören küçük bir zirveye ulaşacaklardı. Oraya bir kez çıktıkları zaman, buraya gelirken kullandıkları yolu da, batıya uzanan vadiyi de iyice görebileceklerdi. Dağın bu kısımlarında yankılanan kesik harf ve sözcükler, yeni bir ipucu vermeksizin bir kez daha yoldaşların kulaklarına çarpıp gitti. Akşam oluyordu. Güneşin ışıkları çoktan çekilmişti ve şimdi mavimsi-gri bir alacakaranlık diğer renklerin üzerini örtüyordu. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Yıkık Avlu, 19:10 Doderic'i takip eden -ve buçukluğun bir Shadaari Muhafızı olduğunu söylediği- kişi artık enselerindeydi. Bu gerçeğe, dağların göbeğinde dolanan ve zar zor duyulabilen esrarengiz bir kelimeler bütününü dinleyerek vakıf olabilmişlerdi. Karanlık hızla çöküyordu. Gökyüzünün zayıf, titrek ışıkları ve çevredeki yıkık sütunların bozuk biçimleri bu avluda ürpertici bir oyun oynuyor, hareketliymiş gibi görünen bir sürü gölge yaratıyordu. Dağların içinden gelen o tuhaf söz dizisi de hâlâ duyulmaya devam ediyordu. Bir yandan ölüm tehditleri savuruyor, bir yandan da peşlerindeki ölüme karşı onları -istemeden de olsa- uyarıyordu. Şimdi iki seçenekleri vardı: Ya hiç olmadık bir anda gafil avlanmayı riske edecek ve işlerine bakmaya devam edeceklerdi, ya da gölgesinde yürüdükleri bu belayla hemen, şimdi yüzleşeceklerdi. Dünyanın karlar altındaki bir ucunda ölümle burun buruna yürümeye zorlanmış üç yoldaşın tek derdi bu değildi üstelik. Suçlanmışlık, kaçmaya zorlanmışlık, yıpranmışlık, lanetlenmişlik, sevilen bir dostu kaybetmişlik... Acaba onları daha neler bekliyordu? Ve sanki bunlar yetmiyordu da, şimdi bir de suikastçı olduğu bilinen birisi tarafından takip ediliyorlardı. Bu sorunların artık artması değil, azalması gerekiyordu. Özellikle de birinin derhal eksilmesi... Yoldaşlar vakit kaybetmeden Inilius'un planını uygulamaya koyuldular. Önce taç şeklindeki eski avludan ayrıldılar ve doğuya doğru uzanan ince yolu tuttular. Dağın bu kısmı da buzlanmanın etkisindeydi. Yolun sağ tarafı zaman zaman tehlikeli boşluklara açılıyor, yoldaşları bastıkları yere dikkat etmeye zorluyordu. Bu şekilde bir müddet tırmandıktan sonra, avluyu yüksekten gören ve rüzgâra karşı korunaklı bir noktaya ulaştılar. Burası Doderic'ten plana uygun bir biçimde ayrılmak için iyi bir yerdi. Buçukluk da nispeten güvenli olan bu yerden aşağıyı, taş avlunun bulunduğu kısmı izleyebilecekti. Tabii bu alacakaranlıkta ne kadar izlenebilirse. Ayrılık anlarına insafsız bir esinti eşlik etti. Yoldaşların kulakları güçlü bir uğultunun esiri oldu. Hepsi de soğuğu iliklerine kadar hissettiler. Görünen o ki, onları kolay bir gece beklemiyordu. Inilius ve Merl düzensiz kayalık rampadan geriye, aşağıya doğru indiler. Bunu yaparken dikkat çekmemeye ve karlı olan kısımlar üzerinde yeni izler bırakmamaya çalıştılar. Hassas olan gözleri taş avluyu taradı. Mekan gölgelere teslim olmuş gşbş görünüyordu. Oradan pek uzakta olmasalar da, avlunun bulunduğu taraftaki hiçbir şeyin artık doğru düzgün seçilemediğini fark ettiler. Girmeyi düşündükleri mücadele karanlığın içerisinde verilecek gibiydi. Yarı-elf büyücü ve cüce savaşçı, etraflarına simsiyah gölgeler toplamış olan sütunlara sokuldu. Şimdi taç biçimindeki mekanın tam dışındalardı. Sırtlarını karşılıklı duran iki eski sütuna dayadılar ve hızla etrafı kolaçan ettiler. Bu esnada birbirlerine baktılar. Alacakaranlık etraftaki renklerin ve çizgilerin çoğunu silmişti, ama onlar birbirlerini hâlâ görebiliyorlardı. Avlunun orta kısmını da yeterince iyi görüyorlardı, ama çevrelerinde görüşü engelleyen birçok gölge, ardında bilinmezliği saklayan birçok köşe vardı. Bekleyiş rahatsız edici bir biçimde sürdü. Sürdükçe, verdiği rahatsızlık daha da arttı. Inilius ve Merl görebildikleri tüm noktaları kontrol altında tutmaya çalışırken dakikalar geçip gitti. Sonra bir an geldi... Rüzgâr sanki birinin eli değmişçesine hafifledi. Avluyu ani bir sessizlik, doğal hissettirmeyen bir sükûnet çevreledi. Güçlü bir ürperti dalgası her iki yoldaşın da tenine dokunup geçti. Inilius ve Merl anlamıştı. O buradaydı. Ama ne yazık ki bunu fark etmek için çok geç kalmışlardı. Merl Gorgar taştan bir gülleyle başından vurularak yere yapıştığında, geriye neyle karşı karşıya olduklarını idrak edebilecek yalnızca bir kişi kalıyordu: Inilius. Merl vurulmuştu! Koca cüsseli savaşçı sert bir biçimde karlara çakılmıştı. Hiç kıpırdamıyordu. Yarı-elf bir an için bu sahneye bakakaldı. Sonra hemen kendini topladı. Siper olarak kullandığı taştan sütunun kör bir tarafına geçti. Burada karanlık bir köşe buldu ve hızlı bir biçimde düşündü. Olan biteni değerlendirmek için en fazla birkaç saniyesi vardı. Inilius'un bakışları yalnızca bir saniye için boşlukta kaldı. Az önce güçlü bir tepme kuvvetiyle karlara gömülen Merl'ün başı kuzeye doğru düşmüştü. Saldırının güneyden yapılmış olma ihtimali yüksekti. Yarı-elfin gözleri taş avluya geri döndü. Şimdi güneydeki tüm noktaları, tüm köşeleri ve tüm karanlıkları hızla tarıyordu. Bir an sonra, onu gördü. Shadaari suikastçısını... Kara muhafız, avlunun güney çıkışındaki yüksekçe bir sütunun üstüne tünemişti. Az önce gözden kaybettiği ikinci avını arıyor olsa gerekti. Yıldızların ışığı suikastçının vücut hatlarını soluk bir biçimde çiziyor, akşamın karanlığında onu bir insandan çok uğursuz bir kuş gibi gösteriyordu. Yeni ve sinsi bir saldırıya hazırlanan, yırtıcı bir gece kuşu gibi. Öncelik sıralaması: 1- Merl Gorgar 2- Inilius Narteroth 3- Shadaari Suikastçısı 4- Doderic Cotton Merl ile başlayacağız. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Yıkık Avlu, 19:11 Merl'ün derhal ayağa kalkarak sarf etmeye başladığı sözcükler, karanlıktaki saldırganın dikkatini çekmiş olmalıydı. Inilius, güneydeki sütunun tepesine tünemiş olan suikastçının bir anlığına eylemsiz kaldığını fark etti. Saldırgan, gölgelerden gelen bu sesi dinliyordu. Ve bu durum, yarı-elfe büyüsünün sözlerini mırıldanması için gerekli zamanı tanımıştı. Yeni ve büyükçe bir taş Inilius'un ellerinde ivme kazandı. Büyücü taşı olağanüstü bir kuvvetle rakibine savurdu. Movis ile rünlenmiş taş havada hızla seyrederken, avludaki iki yoldaş nefeslerini tuttu. Ve taş hedefini tam onikiden vurdu! Düşmanın gırtlağından kısa bir acı ifadesi yükseldi. Suikastçı bu güçlü ve beklenmedik vuruşun etkisiyle neredeyse aşağı düşecekti... ...ama düşmedi. Saldırgan elini hızla kıyafetinin katmanları arasına götürdü. İki yoldaşın onun ne yapmaya çalıştığını anlaması için bir saniye geçmesi gerekti. Benzer bir kuvvetle fırlatılmış yeni bir gülle, havayı hızla yararak karanlıkta büyücüyü aradı. Ve onu tam omzundan vurdu. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Yıkık Avlu, 19:11 Rampadaki saklanma noktasından bir süredir aşağıyı izlemekte olan Doderic, kuşbakışı gördüğü taş avluyu çevreleyen sütunlardan birinin üzerinde meşin sallayan ve gülle fırlatan karanlık bir figür gördüğünde, savaşın çoktan başladığını anlamıştı. Karşılarında Escova'nın Meclis'inin seçilmiş bir uşağı, iradesi, sesi ve kılıcı duruyordu. Güneşli ve ılıman Karea ülkesini ardında bırakmış, Kaldia'nın soğuk ve acımasız zirvelerine kadar ulaşmıştı. Inilius'un ve Merl'ün yardıma ihtiyacı olduğunu anlamak için Doderic'in aşağıdaki sahneyi yalnızca bir anlığına izlemesi yetmişti. Küçük adamın yüreğinde buçukluklara özgü bir cesaret kabardı. Minik ayakları hareketlendi, yenilgi veya ölüm gibi şeyleri düşünmeden, kara veya buza aldırış etmeden, büyük bir hızla kayalık rampadan aşağıya koştu Doderic. Topuzu da, hançeri de hazırdı. Uzun uzun atılan onlarca adımın ve hızla alınıp verilmiş sayısız nefesin sonunda, taş avlunun etrafına çöreklenmiş karanlıklara sokuldu buçukluk. Gecenin kendisi kadar karanlık, gecede pusu kurmuş bekleyen ölüm kadar da sessizdi... |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Yıkık Avlu, 19:12 Merl, bir gün önce ebediyete uğurlamış olduğu eski dostu Rolandus'un bıçağını hızla çekerek düşmana doğru fırlattı. Bıçak suikastçının omuzluğuna saplandı. Adam bıçağın ivmesinden dolayı hafif bir sarsıntı geçirmiş ama canının yandığına dair hiçbir belirti göstermemişti. Shadaari muhafızlarının iyi zırhlar giydikleri bilinen bir gerçekti. Ama Inilius henüz hamlesini yapmamıştı. Az önce aldığı gülle darbesine rağmen hâlâ ayaktaydı yarı-elf. Göğüs kafesindeki keskin acı onu yere yığılmaya ve bağırarak kıvranmaya zorluyordu, ama iradesi buna karşı koydu. Büyücü sessizce harekete geçti. Karanlığı tarayan elleri yeni bir kaya parçasıyla buluştu. Birazdan Movis ile ölümcül bir hız kazanacak, tehlikeli olmaya başlayan bu mücadeleyi sona erdirecekti. Yarı-elf buna inanmıştı. Korkmuyordu. Jadr-Er-Kagan'ın ucundaki kızıl-yeşil küre parıldadı. Avlunun taşları üzerine bir an için rengarenk huzmeler düştü. Kaya parçası büyücünün elinden fırladı, karanlıkta gözden hızlı yol aldı ve düşmana bir yıldırım gibi çarptı. Inilius Shadaari suikastçısını tam başından vurdu. Suikastçı, tepesinde durduğu sütunun arka tarafına düşerken akşamın gölgelerine karıştı. Kısa, boğuk bir çarpma sesi ve bir-iki pıtırtı duyuldu. Sonra tüm sesler kesildi. Başına böyle sert bir darbe alan ve o yükseklikten yere çakılan bir kişinin fazla şansı olmazdı. Olmamalıydı. Yoldaşlar ihtiyatlı hareket ettiler. Inilius derin bir nefes aldı ve kıvrak bir hareketle yer değiştirdi. Böylece taştan sütunu görüş hattından çıkarmayı ve saldırganın bedenini görebilmeyi umuyordu. Bunu yaptığı anda, sol tarafını kaplayan yıkıntılar ve karanlıklar silsilesinin içinde bir hareket algıladı. Tüyleri diken oldu. Tüm savunma içgüdüleri harekete geçti. Ama bu his fazla sürmedi. Gölgelerden göz kırpan yeşil gözleri hemen tanıdı yarı-elf. Doderic'ti bu. Bir terslik olduğunun farkına varmış, soluğu hemen burada almıştı. İki yoldaş başlarını sallayarak birbirlerini selamladı. Sonra her ikisi de, bir süredir tuhaf tuhaf güneye doğru bakmakta olan Merl'e katılarak gözlerini o tarafa çevirdi. Başı, kolları ve bacakları olan kara bir figür... Az önce üstünde durduğu sütunun tam arkasında, kıpırtısızca yatıyordu. Boynu -veya bir yerleri- kırılmış gibi biçimsiz ve garip görünüyordu. Ama tek gariplik bu değildi. Suikastçı, onu az önce başından vurmuş olan taşın etkisiyle arkaya savrulmuş, onu düşüren şey de zaten bu olmuştu. Adamın cesediyle sütunun arasında en azından birkaç metre olması gerekirdi. Nasıl olur da sütunun yanıbaşında olabilirdi? |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Yıkık Avlu, 19:12 Doderic Shadaari suikastçısının iki büklüm olmuş cansız bedenini gördüğünde hiç düşünmeden ona doğru koştu. Bu bir fırsattı. Heyecan mı, korku mu olduğunu bilemediği bir duygu seline kapılmıştı buçukluk. Düşmana yaklaştğında kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Bu adam yerden kalkmamalıydı. Yeni bir numara yapmaya kalkışmamalıydı. Eğer Doderic şu hayatta biraz olsun huzur bulmak istiyorsa, bundan emin olması gerekiyordu. Ama düşman numarasını çoktan yapmıştı. Bir eliyle hançerinin kabzasını sıkı sıkı tutan Doderic yavaşça eğildi ve diğer elini suikastçının bedenini yoklamak için öne uzattı. Bunu yaptığında afalladı. Çünkü eli "suikastçının" içine girmiş, herhangi bir şeye dokunmadan kaybolmuştu. Gözleri adamı görüyordu, ama eli onu hissetmiyordu. Bir illüzyondu bu. Lanet bir aldatmacaydı. Doderic gerçek tehdide sırtını dönmüş olduğunu anladığında, kendini savunmak artık çok geçti. Bir Shadaari suikastçısına sırtını dönmüştü. Ve bunun anlamını Escova'da herkes bilirdi. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Yıkık Avlu, 19:13 Suikastçı, avlunun güney kısmındaki kalıntıların ardındaki gölgelere sığınmıştı. Oradaki zifiri karanlık duvarlardan birine yaslanmış, hiç kıpırdamadan bekliyordu. Bir yandan başındaki acıyı yok saymaya çalışıyor, bir yandan suçlularla az önceki çarpışmasını kafasında değerlendiriyor, bir yandan da taş avlunun orta kısımlarına doğru dikkatle bakıyordu. Koyu renkli yeni damlalar kaşının üzerinden aşağı, kana bulanmış yüzüne aktı. Şimdi dikkat etmek gerekiyordu. Rezil Doderic'in korumalarından uzun boylu olanının bazı marifetlere sahip olduğu belliydi. Adam taş atıyordu, ama bunu olağanüstü bir hızla ve güçle yapıyordu. Bu yüzden gelen taşlara karşı kendini savunamamış, son seferde başından vurulup yere çakılmıştı. Eğer acı ve mahrumiyet üzerine sert disiplinler almış olmasaydı, bedeni o anda mücadeleden vazgeçebilir, travmanın etkisine teslim olabilirdi. Ama ona, bir Shadaari'nin bir-iki darbeyle durdurulamayacağı öğretilmişti. Suikastçı yaslandığı duvarın soğukluğunu sırtında hissetti. Alnındaki acı git gide azalıyor, bilinci yeniden odaklanmaya başlıyordu. Gözleri, avlunun orta yerinde ilerleyen Doderic'i yakaladı. Demek hainin ortaya çıkması için böyle bir tuzak, onun iştahını kabartacak bir yem gerekiyordu. Kısa bacaklarıyla nasıl da hızlı hızlı geliyordu... Gelsindi. Onun ayak altında dolaşmaması, uğursuzluk getirmemesi en iyisiydi. Suikastçının hafif adımları duvarın diğer köşesine kaydı. Bakışları yön değiştirdi. Artık Doderic'le değil, avlunun diğer tarafındaki sivri kulaklı düşmanla ilgileniyordu. Düşündü... Sinsi sıçrayışını yapmadan yalnızca iki saniye önce iyice odaklandı ve yapacağı yeni suikast girişimini zihninde iyice talim etti. Önce büyücüyü hızlı bir hareketle ortadan kaldırdı. Mide bulandıran yarı-elfin karşı koymak şöyle dursun, gelen hamleyi görme şansı bile olmamıştı. Sonra da diğer düşmanla, yani kızıl sakallı cüce yarmasıyla yüzleşti. Cücenin iğrenç kokusuna rağmen dikkati dağılmadı ve onun işini de tek bir kılıç hamlesiyle bitirdi. Doderic... onu zaten dengi olarak bile görmüyordu. Doderic bir buçukluktu. Doğuştan kaybetmişti. O, kontrol edilmesi ve kaçtığında yakalanması gereken bir kedi veya köpekten farksızdı. Önemsiz bir detaydan ibaretti. Böyle bir yaratık nasıl olur da bir Assarin'in dengi olabilirdi? Eldivenli elleri Vard-Un-Adrhan'ı kavradı. Suikastçı nefesini tuttu, gözlerini hedefine kilitledi ve saldırıya geçti. * * * Inilius onu göz ucuyla görmüştü. Bir taş yığınının ardındaki kara gölgelerden sinsice bakan, sivri hatlı o zalim yüzü... Yarı-elf dikkatini Doderic'ten ayırmadı. Katile onu gördüğünü kesinlikle belli etmemesi gerekiyordu. Düşmanın hamlesinin bir nebze de olsa öngörülebilir olabilmesi için, onu stratejisini değiştirmeye itecek hiçbir harekette bulunmamalıydı. Soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Eğer başarabilirse yoldaşları biraz olsun güvende olacaktı. Çünkü Inilius, katilin yeni hedefinin kendisi olduğunu anlamıştı. Ve bunu bozmaya da niyeti yoktu. Birkaç saniye önce, ölümün sınırına doğru koşturmuş olan küçük dostu için ölesiye korkmuştu büyücü. Aslında, Shadaari suikastçısı ortaya çıktığından beri korkudan ölüp ölüp diriliyor, geçmişteki benzer bir sahneyi kendine anımsatıp duruyordu. Korkuyla ve kederle dolu o olayı... Eğer ikinci bir başarısızlık olursa, ikinci bir yoldaş daha yitip giderse... Dünya ayaklarının altından kayıp gitmez miydi? Ona bahşedilmiş bu uzun yaşam bir lanete, uçsuz bucaksız bir keder denizine dönüşmez miydi? Bu acıyı ve pişmanlığı tekrar yaşayacağına ölürdü daha iyi. Doderic'i de, Merl'ü de tehlikeye atmayacaktı. Dudakları Movis'i fısıldadı, narin parmakları elindeki kaya parçasını sıkıca kavradı ve büyücü, ölümcül darbesini vurmak için karanlıktan fırlamış olan figüre doğru ani bir hareketle döndü. Yıldırım hızıyla fırlayan taş, ardında parıltılar bırakarak havayı yardı. Ve Shadaari suikastçısının kafasını parçaladı. Kısa bir sessizlik anının ardından, üç yoldaş da artık emin olmuştu. Suikastçıdan kurtulmuşlardı. Üstlerine çöken bu lanet de böylece son bulmuş oluyordu. Haftalardır peşlerinde dolaşan sessiz kılıç artık ölüp gitmişti. Riag Dağı'nda Meclis'in kanı dökülmüş, Escova'nın zorbaları fedailerinden birini daha kaybetmişti. Doderic zaman geçtikçe gevşemeye ve artık rahat bir biçimde uyuyabilmeye başlayacaktı şüphesiz. Ama katilin o sert ve benzersiz yüz hatlarını gördüğünde, kendini tuhaf ve kafa karıştırıcı bir başka gerçeğin gölgesinde bulacaktı. Bu adam Karea'lı olamazdı. Saren'lilerin tipik ırksal özelliklerine ve yüz biçimine sahipti. Doderic'in böyle bir konuda yanılma şansı yoktu. Suikastçı kesinlikle bir Assarin'di. Bu gerçek Doderic'te içgüdüsel bir rahatsızlığa sebep olmuştu, ama bunun nedenini düşünecek durumda değildi buçukluk. Bunu da -tıpkı huzursuzluğu gibi- zamanla hazmedecek, Kubbe'de ne dolapların döndüğüne zamanla vakıf olacaktı. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Yıkık Avlu, 19:20 (Ambiyans) (https://www.youtube.com/watch?v=Kmw5ZniClIY) Güneşin son ışıkları da Riag Dağı'nın batısına dizilmiş zirveler tarafından yutuluvermişti. Gecenin egemenliği böylece başlıyordu. Yüksek patikalarda karanlık hüküm sürecekti. Yoldaşların Shadaari suikastçısının üzerinde olan tüm malzemelere ihtiyacı vardı. Doderic'in hızlı parmakları Saren'linin ceplerinde ve orasında-burasında gezinmeye başlamıştı bile. Bu sırada adamın başının alt kısmında, ayın parıltısını yansıtan kara bir birikinti büyüyordu. Bu ürpertici bir görüntüydü. Ama gecenin karartıp soldurduğu diğer her şey gibi, suikastçının cesedi de avluyu kuşatan gölgeler gibi alelade görünüyor ve en fazla onlar kadar korkutuyordu. Biraz para, büyükçe bir meşin, mermiler, iyi bir kemer, yeşil taşlı bir yüzük, güçlendirici bir karışım, yiyecek, su... Bütün bunlar işe yarayacaktı şüphesiz. Ama suikastçının eşyaları arasında Doderic'i daha da keyiflendiren şeyler de vardı. Adamın ölürken elinden düşürdüğü, soğuk soğuk parlayan o uzun kılıç ve kara örtülerinin altına giydiği, gece kadar karanlık deri zırh gibi. Meclis'in gözlerini er ya da geç yine kendisine dikeceğini bilen Escova'lı buçukluk, böyle şeylere şimdi daha önce hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyordu. Kılıç önemli bir silaha benziyordu, eğer Doderic onu düzgün savurmayı öğrenebilirse bunu tüm yoldaşlar görecekti. Buçukluk talimlere bir an önce başlasa iyi ederdi. Hızlı bir rüzgâr yüksek zirvelerden aşağıya, yoldaşların üzerine doğru esti. Kar zerrecikleri yüzlerinin açık olan yerlerinden içeriye akın etti. Yoldaşlar kendilerini korumaya çalışırken, rüzgârlarla gelen o melodik konuşma sesi yeniden duyuldu. Ses hâlâ kesik kesik geliyordu, ama yoldaşlar sesin ne anlattığını artık biliyorlardı. Yabancılar! Yaklaşmakta olduğunuzu biliyorum. Eğer Riag Verhaal'e gitmeyi düşünüyorsanız, yolun kapalı olduğunu bilmelisiniz. Eğer geçmeye çalışırsanız dördünüz de ölürsünüz! Shadaari muhafızı ölmüştü şüphesiz... Ama "dördünüz" vurgusunu yeniden duymak yoldaşların tüylerini diken diken etmişti. Yoldaşlar ölmemekte ısrar etmiş bir düşmanı yenmişlerdi, ölüsü bile korkunç olan bir düşmanı... Onun var olduğunu iddia eden bir sözcük elbette kafa karıştırır, elbette yüreklere korku salardı. Hayır. O ölmüştü. Aynı söz öbeğini tekrar edip durmaya ayarlanmış bu büyüsel sese artık kulak asmamak gerekiyordu. Yine de yoldaşlar, yıkık avludan ayrılırken suikastçının hareketsiz bedenine son bir kez bakmaktan kendilerini alıkoyamamışlardı. Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Israd Köprüsü Yolu, 19:50 Yarım ayın ve binlerce yıldızın altında, zirveleri kaplayan beyaz kar örtüleri mavimsi bir aydınlık saçıyordu. Yoldaşlar bir süre önce taş avludan ayrılmış, doğuya doğru hafifçe yükselen dağ yolunu tutmuşlardı. Önlerini yeterince görebildikleri için kendilerini şanslı saydılar, ama attıkları adımlara yine de dikkat ettiler. Inilius hastalığına ve göğsündeki ağrıya rağmen başı çekiyordu. Merl'ün hazırladığı deri bandajlar büyücünün yarasının vücut hareketlerinden dolayı bir büzülüp bir gerilmesini engelliyor, bu sayede kanamayı ve ağrıyı da önlüyordu. Şimdi sıcak bir barınağa ve dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu yarı-elf. O anların yaklaştığını düşünmek yarı-elfin biraz olsun içini ısıtıyor, ona hâlâ güç veriyordu. Bir süredir sessiz sedasız tırmanmakta olan Merl ise anayurduyla ilgili düşüncelere dalmıştı. Eğer şu anda Riag Dağı'na değil de Demirduvar Dağları'na tırmanıyor olsaydı, aşağı yukarı bu yükseklikte olması gereken Glansten'in muazzam hisarlarına ve kuzeye bakan eski kapısına ulaşmış olurdu. Atzel'in güneyindeki düzlüklerden Glansten'a kadar çıkan dağ yolu ne görkemliydi... Muhteşem bloklarla, sütunlarla ve kemerlerle örülmüş balkonları, köprüleri, tünelleri ve merdivenleri vardı. Sıkı bir tırmanış şeridiydi ve Glansten'ın girişine ulaşmak en azından iki gün sürüyordu. Ama o yollar buradaki gibi körpe değildi. Glansten yolcuları sıcak salonlardan, serin pınarlardan, izleme ve ziyaret noktalarından, en sağlam cüce birasını tadabileceğiniz dağ manzaralı taştan bir handan ve Eridin'e adanmış küçük bir sunaktan geçtikten sonra şehrin ana kapılarına ulaşırdı. Keşke Riag Dağı'nın yollarına da yeniden cüce eli değebilseydi. Buradaki Tarn adlı yerleşim nasıl da böyle harap olmuş, buradaki emeğe ne yazık olmuştu. Tarn'ın birbirlerinden uzakta olan ve farklı yerlermiş gibi görünen pek çok tesisi vardı. Burada eski dönemlerde, bu tesisleri birbirine bağlayan düzgün yollar ve geçitler var olmuş olmalıydı. Bu yolların büyük bir bölümü doğal afetler sonucunda, arkalarında bir kalıntı bile bırakmadan çoktan yok olup gitmişti şüphesiz. Ama patikalarla ulaştıkları bazı küçük düzlüklerde ve dönemeçlerde Tarn'a ait kalıntıları hâlâ görüyordu kızıl sakallı savaşçı. Bu kadim cüce şehrinin ne kadar geniş bir alana yayıldığını görmek onu her seferinde hayrete düşürüyordu. Yoldaşlar Doderic'in saklanma noktasını geçtiler ve doğuya doğru tırmanan yolu izlemeye devam ettiler. Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Israd Köprüsü Ayrımı, 20:30 Dağ yolu kuzeye doğru geniş bir açıyla dönmeye başladığında, yoldaşlar ilk defa kendilerini yıldızlara yaklaşıyormuş gibi hissettiler. Koyu renkli büyük kayalar dönemecin büyük bir bölümünü sağlı-sollu kapatmıştı. Gökyüzündeki minik parıltılardan başka görülecek bir manzara yoktu. Yoldaşlar dönüşü almaya henüz yeni başlamışlardı ki, sağ taraftaki kayalık hattın ilerisinde, yola doğru bir adım öne çıkmış gibi görünen büyük ve biçimlendirilmiş bir dikilitaş gördüler. Diğer kayaların arasından gökyüzüne ulaşmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. Biraz yamuktu, sanki bir güç tarafından itilmiş ama düşmemekte direniyormuş gibi bir hâli vardı. Yoldaşlar biraz daha yaklaştılar. Bir kitabeye benziyordu bu. Taştan gövdesinde oyularak çizilmiş bazı işaretler ve eski, yıpranmış yazılar bulunuyordu. Yoldaşlar bu tuhaf simgelere ve tanımadıkları harflere bir süre öylece baktılar. Ama görmek oldukça zordu. Gecenin karanlığı simsiyah bir perde gibi aralarına giriyordu. Merl biraz öne çıktı ve dikilitaşın yanıbaşına kadar geldi. Gözlerini iyice odaklayıp bir süre inceledi, sonra doğru görüp görmediğinden emin olmak için ellerini oyma yazılar üzerinde gezdirdi. Tam da beklediği gibi, buradaki tüm yazılar cüce alfabesiyle yazılmıştı. Merl yazılanların çoğunu anlamıyordu, ama bazı kelimeler Demirduvar lisanının eski bir biçimine ait olmalıydı (Gladhorin). Harflere en az cüce kadar meraklı gözlerle bakmakta olan Doderic, bunun bir kitabe değil, yön levhası görevi gören bir taş olması gerektiğini açıkladı (İnceleme). Buçukluğa göre, Merl'ün okumayı başardığı her kelime en az iki farklı cüce lisanında daha yazılmıştı. Taş bloğun sol tarafına oyulmuş bir harfler bütününü "Is-Rad-Köp-Rü-Sü" diye heceledi Merl. Sağ taraftaki bir başka sembol öbeği ise kabaca "Do-Ğu-Sı-Ğı-Na-Ğı" şeklinde heceleniyordu. Cücenin okuyamadığı diğer kelimeler Derinocak lisanına veya yoldaşların bilmediği başka bir cüce lisanına ait olabilirdi. Merl, Inilius ve Doderic taşın sol tarafından arkaya uzanan yola baktılar. Bu yol zaten bir süredir takip etmekte oldukları doğu yolunun devamı oluyordu. Kuzeye doğru kıvrılıyor, ve şimdi anlaşıldığı üzere Israd Köprüsü'ne doğru tırmanışına devam ediyordu. Peki, bu taşın sağ tarafında da bir yol olması gerekmez miydi? Yoldaşların sağ taraflarında tek görebildikleri, düzensiz, yer yer keskin ve kırıklarla dolu kaya parçalarının oluşturduğu, gece kadar karanlık bir duvardan ibaretti. Yoldaşlar bir süre için sessizce bu görüntüye baktılar. Hiçbirinin yüzü gülmüyordu. Yön taşı bir sığınaktan bahsediyordu, eğer oraya bir an önce ulaşıp başlarını sokmazlarsa gülmeyecekti de. Yoldaşlar patikanın sağ tarafına iyice yanaşarak, buralarda bir yerde olması gereken sığınak yoluna dair bir ipucu aradılar. Ama bu, onların sandıkları kadar kolay olmayacaktı. Çünkü Doderic, hem dikilitaşın yamukluğunu, hem de buradaki kayaların duruş şekillerini inceleyince gerçeği anlamıştı (İnceleme). Eskiden burada gerçekten de bir yol vardı, ama bu yol artık kapanmıştı. Zamanında burada büyük bir toprak olayı yaşanmış olmalıydı. Geçidin kuzeyindeki yüksek kayalar büyük bir güçle kırılarak geçidin içine doğru düşmüş, buradaki açıklığı tamamen kapatmıştı. Dağcılara yol gösteren dikilitaşın bugün yamuk olmasının sebebi de bu çöküntü olmalıydı. O da çöken kayalardan nasibini almıştı. Ortada yol falan kalmamıştı, tabii yoldaşlar kısa -ama riskli- bir tırmanışa kalkışmak istemiyorlarsa... Kaya duvarın bozuk yapısını inceleyen Doderic, duvarın yüzeyinde bir tırmanışı mümkün kılacak bir sürü çıkıntı görüyordu görmesine, ama buzlanma vardı ve bu işi zorlaştıracaktı. Eğer birinin ayağı kayarsa, o keskin çıkıntılar can yakabilirdi. Lâkin, eğer bu oluşumun arkasına geçmek istiyorlarsa da tırmanmaktan başka bir seçenekleri yoktu. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Kayalıklar, 20:40 (Ambiyans) (https://www.youtube.com/watch?v=UszVgbVH-p4) Önce Merl tırmanacaktı. O bir Demirduvar cücesiydi. Dağlarda doğmuştu ve doğuştan güçlüydü. Cüce gereksiz ağırlıkları bir kenara bıraktı. Inilius'un verdiği halatı boynuna astı ve elleriyle kendi üstünü-başını son bir kez yokladı. Hareket ettikçe, dağınık ve kırış kırış olmuş saçları ayın zayıf ışığında hafifçe parıldıyordu. Sonra elleri ve ayaklarıyla duvara yapıştı ve birkaç usta hamleyle kayalığın en tepesine kadar çıktı. Sert rüzgâra aldırış etmeden halatı bağlayacak uygun bir yer aradı cüce. Bunu yaparken de göz ucuyla kayaların diğer tarafına, iniş yapacakları yere doğru baktı. Cüce diğer tarafta dipsiz sayılabilecek bir uçurum görüyordu. Burası dağın kenarıydı. Uçurum doğu-batı yönlü olarak, kaya duvarın ucunda boylu boyunca uzanıyordu. Merl yukarıda yıldızlarla, aşağıdaysa dağların bilinmez derinliğiyle sarmalanmış bu görüntüye bir süre baktı. Sonra da iniş yapmaları gereken patikayı gördü. Aşağıda, çöküntülerle kapanmış olan yolun eskiden ulaşıyor olduğu, karlarla kaplı büyük bir teras görüyordu. "Doğu Sığınağı" denen yerin girişi burada olmalıydı. Sonsuz gibi gelen bir boşluğa karşı tek başına kalmış, artık ulaşılamayan bir sığınak... Cüce yukarıda fazla oyalanmadı. Halatı ince bir kaya çıkıntısının ucuna bağladı, aşağıda sabırsızlıkla bekleyen yoldaşlarına sarkıttı ve güçlü kollarıyla onları yukarı çekti. Bir süre sonra üç yoldaş da kayaların üstündeydi. * * * "Buraya bizden önce de gelenler olmuş." dedi Doderic, kayalık sırtın uçuruma bakan tarafındaki bir noktayı işaret ederek (İnceleme). Büyükçe bir taşın kenarına demirden bir çubuk tutturulmuş, buna da bir halat bağlanarak duvarın diğer tarafına, terasa doğru sarkıtılmıştı. Her iki ekipman da eski bir zamana ait olmalıydı. Demir çubuk pas içinde kalmış, halat ise çoktan çürümüştü. Yoldaşlar halatı çektiklerinde onun kopmuş olduğunu fark ettiler. Buna kayalık sırtın keskin kenarlarından biri sebep olmuş olmalıydı. Ne mutlu ki yoldaşların halatı hâlâ sağlam görünüyordu. Onu doğu sığınağına bakan sağlam bir kaya parçasına bağladılar ve diğer ucunu aşağıya fırlattılar. Terasa doğru inmek az önceki tırmanış kadar zor olmayacaktı şüphesiz, ama daha tehlikeli olacağı kesindi. Yoldaşlar aşağıya baktıklarında manzaraya terasın değil, geniş bir boşluğun hakim olduğunu göreceklerdi. Zifiri karanlıklara kadar inen uçurum, ağzını açmış bekleyen devasa bir kaya canavarını andırıyordu. Derin ve güçlü bir korkuyu uyarıyor, harekete geçiriyordu. Önce Merl, ardından da Doderic halata sıkı sıkı tutunarak -ve düşerlerse kendilerine ne olacağını düşünmemeye çalışarak- yavaşça aşağıya inmeye başladı. İki kafadar çok geçmeden terasın karlı zeminine ayak basmıştı bile. (Metanet). Onları Inilius takip etti. Önce halattan sırayla inen yoldaşlarını izlemiş, sonra da cesaretini toplayarak onların hemen ardından, bir çırpıda aşağıya inivermişti. (Metanet). Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Tarn, Doğu Sığınağı Girişi, 20:50 Sonunda onu bulmuşlardı. Tarn'dan geriye kalan ve hâlâ sağlam olan bir sığınak kapısı... Tıpkı o zamanki gibi güzel, şaşırtıcı derecede hasarsız ve artık çok daha esrarengizdi... Burası Merl'ün bahsettiği, "Doğu Ambarı" veya "Doğu Sığınağı" olarak bilinen yerden başkası değildi. Kapının sol tarafında, taştan bir kaidenin üzerinde, zamanın aşındırdığı, keskin hatları artık ufalanmış ve körelmiş bir cüce heykeli oturmaktaydı. Heykelin elinde -onun bir parçası olan- bir meşale vardı, taştan bir meşale... Ucunda bir ateş hafif hafif yanmakta, kapının ve onu çevreleyen kayaların üzerine kızıl, tatlı bir ışık düşürmekteydi. Kısa bir şaşkınlığın ardından Inilius, bunun büyüsel bir ateş olması gerektiğini açıkladı (Büyücülük). Ne yarı-elf, ne cüce, ne de buçukluk buna başka bir açıklama getirebiliyordu. Kapının sağ tarafında, çevresindeki kayalardan pek de farklı görünmeyen kadim bir ağacın ölü gövdesi duruyordu. Hâlâ ayaktaydı, kökleri kapıya doğru çıkan merdiven basamaklarına kadar uzanıyordu. Tuhaf bir görünüşü vardı, zamanı adeta durmuş gibi gösteriyordu. Ve kapı... Zamanın dönen çarkına ve geçip giden çağlara direnebilmek için oldukça küçük, oldukça gösterişsiz bir kapıydı bu. Tarn'ın bazı muhteşem yapıları yitip gitmişken bu kapının sağlam ve işlevsel olması şaşırtıcıydı. Eski görtüsünün altında, çok da uzak olmayan bir geçmişte yenilenmiş olabileceği ihtimali yatıyordu. Bu kapının tam orta yerinde, kapının her iki kanadını da birbirine tutturduğu ve sağlam bir biçimde kilitlediği açıkça görünen, üçgen şekilli, demirden, kalın bir levha bulunuyordu. Ortasında altı uçlu yıldız şeklinde, hatları hâlâ keskin olan bir oyuk vardı. Merl bunun bir kilit mekanizması olduğundan şüphe etmemişti. Cücelerin kapılarına alışılmadık şekillere sahip anahtarlarla açılan kilit sistemleri yerleştirdikleri bir sır değildi, en azından Merl için. Doderic'in meraklı gözleri kapıya ve mekanizmaya daha yakından baktı. Üçgen levhanın aslında bir levha değil, karmaşık bir kilit kutusu olduğunu anlaması da çok sürmedi (Mekanik). Mekanizma, kapının her iki kanadını da en az üçer kavrama düzeneğiyle sabitliyordu ve bu düzeneklerin hiçbiri dışarıdan erişilebilecek bir yerde bulunmuyordu. Doderic yüzünü buruşturdu. Kısa bir sessizlik oldu. İşi hırsızlık olan buçukluk, bir kilidin karşısında kendini çaresiz hissetmekten her zaman nefret etmişti. Şimdi de benzer hisler yaşıyordu ve dünyadaki tüm cücelerden nefret etmek üzereydi. Yüzünü, arkadan merakla seyreden yoldaşlarına döndü: "Bunu söylemekten gurur duymuyorum, ama daha önce böyle ustalıklı bir kilidi ne gördüm, ne de duydum." Arkalarındaki engin boşluk güçlü bir rüzgârla doldu. Heykelin elindeki ateş ve onun kızıl ışıkları dalgalandı, bir iki taş parçası savruldu ve terasın yüzeyindeki karlar oradan oraya uçuştu. Bu sessizlik daha da uzayacağa benziyordu. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Tarn, Doğu Sığınağı Girişi, 21:10 (Ambiyans) (https://www.youtube.com/watch?v=UszVgbVH-p4) Sinsi ve soğuk bir ölüm, karlarla örtülü terasın kenarında pusuda bekliyordu. Yoldaşlar adeta dünyanın dışındaymış -veya dibindeymiş- gibi hissettiren bu donuk uçurumda tek başlarınaydı. Burada onları hiçbir göz göremezdi. Hiçbir kulak duyamazdı. Çoktandır kovulmuş oldukları sıcak diyarlara geri dönebilmek için, onları dışarıda bırakan buzdan ve kayadan kabuğu delmeye, yaşamla ölümün sınırını çizen bu hudutlarından geri dönmeye çalışıyorlardı sanki. Ama bunun için yaptıkları şeyler hep nafile hissettiriyordu. Tarn'ın Doğu Sığınağı'nın kapısını açabilmek, altı uçlu bir anahtara sahip olmaktan geçiyordu. Bu gerçeği tüm yoldaşlar görüyor, biliyordu. Ama bu anahtar kim bilir dünyanın neresinde, bu dağların hangi köşesinde kalmıştı? Tarn Medeniyeti bir uçtan diğerine harap olmuş, sağda solda göz kırpan koca kaya bloklar haricinde bu yerleşimden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Anahtar mı kalacaktı? Doderic'in elleri soğuktan morarmaya başlamıştı. Küçük parmakları sığınağın kapısı üzerinde geziniyor, sıklıkla -ve biraz da çaresizlikle- kilitleme aparatının dış hatlarını ve anahtar deliğinin iç köşelerini yokluyordu. "Bir anahtarla açılabilen her türlü kilit, anahtarı olmaksızın da açılabilir." Escova'da genç ve minik bir buçuklukken öğrenmişti bunu. Bu kuralın istisnası olmadığını biliyor, bu kilidi açmanın en az bir-iki yönteminin daha olması gerektiğini düşünüyordu. Elbette açılabilirdi... ama nasıl? Merl ve Inilius ikilisi ise dikkatlerini daha başka şeylere yoğunlaştırmış durumdaydı. Cüce, kapıyı gördüğü ilk andan beri bu noktayı geçmenin kolay olmayacağını biliyordu. Cücelerin yaptıkları en güvenli kapılar daima dış dünya ile yeraltı dünyasının sınırına, dışarıdan içeriye girişi sağlayan noktalara yapılırdı. Merl bahsi geçen anahtara ihtiyaç duyulacağını biliyordu. Ama ortalıkta böyle bir anahtar olmadığına göre, etrafa bir bakınmaktan zarar gelmezdi. Karanlıkları daha iyi görebilmek için gözlerini kıstı. Gür kızıl kaşları çatılır gibi oldu. Şimdi Tarn'ın büyüsel ateşinin iyi aydınlatamadığı, gecenin perdesinin ardına gizlenmiş noktalara bakıyordu cüce. Gözleri kapıyla ilgili olabilecek yeni bir detay arıyor, göğsü yavaş yavaş şişip iniyor, sakallarından dışarıya soğuk buharlar çıkıyordu. Inilius da uzunca bir süre, tıpkı yoldaşlarının yaptığı gibi hem kapının kendisiyle, hem de yakın çevresiyle ilgilendi. Yarı-elfin gözleri keskindi. Eğer Tarn cüceleri buralara bir ipucu gizlemişse, bunu görmesi gayet muhtemeldi büyücünün. Ama onun çabaları da sonuçsuz kalacaktı. Bu sonuçsuz çabaları izleyen dakikalara, uçurumun sinsi ve keskin soğuğu eşlik etti. Yoldaşlar üşüyordu. Inilius tir tir titremeye başlamıştı. Burada donarak ölüp gitmenin düşüncesi, yoldaşların zihinlerinin bir kenarına ilişmiş durumdaydı. Diğer tüm ihtimaller yavaşça uzaklaşıyor, soğuk sisin içinde yavaş yavaş kayboluyor gibiydi. Büyücü, taştan yapılmış cücenin elinde yanmakta olan ateşe doğru yürüdü. Merdiveni çıkarken, ince buz tabakaları çizmelerinin altında hafifçe çatırdadı. Sonra, zayıflamaya başlamış olan yüzü ateşin ışığıyla buluştu. Ellerini hafifçe öne uzattı yarı-elf. Sanki bir yabancıyı selamlıyormuş gibi duruyordu şimdi. Bir süre öylece ateşe baktı. Gözlerindeki ifadesizlik, aklının derinlerde olduğunu ele veriyordu. Sonra bakışları geri geldi. Ve büyücü, gür bir tonla öne doğru seslendi: "Ignis!" Bunu duyan ateş önce harlandı, sonra sindi, sonra tekrar harlandı. Alevler bir büzüldü, bir genişledi. Olduğu yerde dönüp durmaya, adeta çırpınmaya başladı. Ateş kendini oraya mıhlayan büyüsel gücü kırmaya çalışıyor, rüzgârlarla savrulan bir alev demeti gibi sesler çıkarıyordu. Buradan kurtulmalıydı. Onu çağıran bu yeni sese ulaşmalıydı. Ve çok geçmeden serbest kalıvermişti ateş... Inilius boştaki elini ona uzattı ve onu büyük bir güçle kendine çekti. Ateş artık onundu, o da ateşin... Şimdi Inilius'un avucunda yanıyordu ve artık onun sözüyle hareket edecekti. Kapı açılmamıştı belki, ama bu yeni gelişme yoldaşların içini ısıtmıştı. * * * "Aşağıda bir şey var!" Tarn Ateşi'ni harlayan ve terasın kenarından aşağıya doğru tutarak uçurumun derinliklerini görmeye çalışan büyücünün ilk sözleri bunlar olmuştu. Merl ve Doderic dikkatli adımlarla büyücüye doğru ilerlediler. Terasın kenarına ulaşınca da, elleriyle kayalara tutunarak aşağıdaki boşluğa doğru baktılar. Onu gölgelerden ayırt edebilmek için aşağıya doğru bir süre bakmaları gerekmişti. Oradaydı... Buzlanmış bir çukurun en dibinde, buzun parlak ve pürüzsüz yüzeyi üzerinde açıkça görülebilen bir şekil... Aşağıdaki berraklığı ve kristalize yapıyı bozan, şekilsiz bir yığıntı. Sanki buzlu yüzey tarafından esir alınmış, örümcek ağına yapışan bir böcek misali oraya yapışıp kalmıştı. Ne olduğunu anlayabilmek için uzun uzun aşağı bakmıştı yoldaşlar. En sonunda, acı bir yüz ifadesiyle, konuşan kişi Merl olmuştu. Söyledikleri, Inilius ve Doderic'in kafasını kurcalayan şüpheleri doğrular cinstendi. "İki kolu ve iki bacağı olan birisi," demişti savaşçı. "Muhtemelen bir cüce. Uzun zaman önce aşağı düşmüş olmalı. Bu diyardan böyle göçüp gidecekmiş meğer." |
(https://www.karamigfer.com/images/anberathrpg/sogukhudutlar/cukura_inis_1570.jpg) | Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Buz Çukur, 21:30 (Ambiyans) (https://www.youtube.com/watch?v=E71DRiW1q7c) Merl, silah tutmaktan nasırlaşmış tombul parmaklarının gerektiğinde ince işler de çıkarabileceğini göstermişti. Büyücünün verdiği kürk yeleği bıçakla keserek düzgün şeritler hâline getirmişti ve şimdi bu şeritleri ustaca birbirlerine düğümlüyor, bunları yaparken de gayet rahat görünüyordu. İşi bittiğinde, elinde tuttuğu yeni halatı buçukluğun kucağına doğru fırlattı cüce. "Al bakalım, yoldaş." Doderic rulo şeklindeki parçalı halatı havada yakaladı. Sonra da yandan ruloyu açmaya, bir yandan da düğüm atılmış bağlantı yerlerini elleriyle gererek kontrol etmeye başladı. Merl çatılmış kaşlarının altından ona baktı. "Senin ağırlığınla kopacak değil ya?" Inilius Doderic'in sinsi sinsi güldüğünü görmüştü. Buçukluğun halatla sırf cüceyi kışkırtmak için, sağlam olduğunu bile bile uğraştığı belli oluyordu. Kendini de bu atışmaya gülümserken bulmuştu büyücü. Dünyanın bu uzak ucunda, yaşamla ölümün sınırında yürüyorken hâlâ gülebiliyor olduklarına seviniyordu. "Doderic! Sıra sende dostum." dedi bir süre sonra. Kaybedecek zaman yoktu. Doderic halatı kavradı. Serbestçe sallanmakta olan halat gerildi. Buçukluk ayaklarını kaya duvara dayadı ve kendinden beklenmeyecek bir güçle halattan yukarıya tırmanmaya başladı. Inilius ve Merl, arka tarafı kaplayan uçurumu düşünmemeye çalışarak heyecanla onu izledi. Ta ki buçukluk, kayalık sırtın karanlığında gözden kaybolana dek... Terastaki iki yoldaş önce uzun halatın yıldızlara doğru çekilmesini, sonra da Merl'ün yaptığı kısa halatın karanlık gökyüzünden aşağıya düşüvermesini sabırsızlıkla izledi. Yeni bir endişe dalgasının ve birkaç derin nefesin ardından, Escova'lı hırsız terasa geri dönmüştü bile. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Yanakları al al olmuştu. Inilius, bir çift küçük elin kendisine uzattığı halatı aldı. Yoldaşlarının yeni ve sessiz bakışları, sıranın kimde olduğunu anlatmak ister gibiydi. "Başlıyorum," diye belirtti büyücü. Sesinde coşku okunmuyordu. Yoldaşlar hazırlandılar. Olası bir dikkatsizliğin veya talihsizliğin bedelini düşünmeden, sessizce, cesurca hazırlandılar. Yardımlaşarak uzun halatı uçurumun kıyısında bir noktaya tutturdular. Sonra da, inişten önce son bir kez, dağın kenarından aşağıya uzanan kara, dipsiz boşluğa baktılar. Inilius halatı sıkıca tuttu ve var gücüyle çekti. Onu sağlam bağladıklarından emin olması gerekiyordu. Sonra derin bir nefes aldı ve bir an bile tereddüt etmeden kendini boşluğa bıraktı. Buz çukuruna iniş böylece başlamış oldu. Büyücü ne yukarıdaki arkadaşlarını, ne ineceği zemini, ne de halatı yakalayan ellerini görebiliyordu artık. Keskin gözleri zaman zaman küçük bir parıltıyı veya kaya duvardaki belli belirsiz bir şekli yakalıyordu ama daha fazlasını değil. Kollarını ve bacaklarını mümkün olduğunca hızlı çalıştırmaya karar vermişti. Hem soğuğa karşı direncini, hem de metanetini sınayan bu eylemin bir de kondisyonunu sınamasını istemiyordu yarı-elf. Bir süre sonra, zayıf parıltılar yansıtan kristalize buz şekillerinin orta yerine iniverdi. Elleri de, ciğerleri de donmak üzereydi. Biraz ışık ve -küçük de olsa- bir sıcaklık gerekiyordu. "Ignis!" Merl'ün bir halat inişi yapabilmesi için halatın sağlam ve iyi bağlanmış olması yeterliydi. Sonuçta, eğer halatı sıkı tutuyorsanız ne kadar yüksekte olduğunuzun ne önemi vardı ki? Aşağıya hiç zorlanmadan iniverdi cüce savaşçı. Keşke Doderic'in inişi için de aynı şeyi söylemek mümkün olabilseydi. Doğudan esen bir rüzgâr halatı ters yöne doğru savurduğunda Escova'lı hırsız zor anlar yaşamış, yoldaşlarına da korku dolu anlar yaşatmıştı. Sert esinti halatla beraber onu da bir ileri bir geri savurmuş, omzunu kayalara vurmasına sebep olmuştu. Ama buna rağmen halatı bırakmamıştı buçukluk. "Halatı asla bırakmayacaksın!" diye gürlemişti Merl, inişin hemen öncesinde. Bunu aklı unutsa bile, halatı sıkı sıkı tutan elleri unutmamıştı. Üç yoldaş buz çukurun dibinde yeniden bir araya geldiğinde, üçü de derin birer nefes aldı. Inilius Tarn Ateşi'ni yeni bir güçle harladı. Yoldaşlar yüzlerinde tatlı, ılık bir esinti hissettiler. Kızıl ışık yoldaşların hatlarını ele verdi ve etraftaki kristalize oluşumların üzerinde parıldadı. Aynı zamanda ayaklarının dibinde duran, buzdan bir kefenin altında yatmakta olan cücenin hatlarını da ortaya çıkarıyordu.
|
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Tarn, Doğu Ambarı, 22:00 (Ambiyans) (https://www.youtube.com/watch?v=2ckV7Rzy_OI) Doderic, buz çukurda yatan cücenin üzerinde buldukları altı uçlu demir anahtarı yuvasına yerleştirerek var gücüyle içeri doğru bastırdı. Mekanik birçok "Klank!" sesi duyuldu. Kapının içindeki tüm kavrama düzenekleri aynı anda hareket etmeye başlamıştı. Escova'lı hırsız, serbest kalan kilitleme levhasını kapının üzerinden aldı. Sağını solunu çevirip meraklı gözlerle inceledi. Elleri buz tutunca da onu aceleyle kenara koydu. Demirden, eski ve ağır bir düzenekti bu. Kaba bir parça gibi görünmesine rağmen kafa kurcalayan bazı incelikli yönlere sahipti. Buçukluk kapının her iki kanadını da içeriye doğru ittirdi. Kapı gürültüyle ve yeni klank sesleriyle açıldı. Yüksek tavanlı karanlık bir tünel kendini gösterdi. İçeriden dışarıya nem, toprak ve yıllanmışlık kokuları yayıldı. Inilius Tarn Ateşi'ni güçlendirdi ve Doderic'in peşi sıra ilerledi. Merl de bir elini baltasının kabzasında tutarak, arayı açmadan onları takip etti. Sonunda içeriye giriyorlardı. Temkinli adımlarla, büyüsel ateşin yamacından ayrılmadan ilerlediler. Şimdi, cücelerin belki de çağlar önce yaptığı kadim taş bloklara, işlemeli sütunlara ve yüksek kemerlere bakıyorlardı. Ağır adımlarla yürüyerek tünelin diğer ucuna vardılar. Daha alçak bir kemerin altından geçtiler ve bir merdivenden inmeye başladılar. Son basamağı da indiklerinde, ulaşmayı umdukları ambarın küçük kapısı tam karşılarındaydı artık. Geriye sadece içeriye girmek kalmıştı. Bunu ilk yapan da Doderic oldu. Küçük hırsız içinde kabaran merak duygusunu dizginleyemeyip kapıyı açtı ve öylece içeriye dalıverdi. İçeride malzeme sandıkları vardı. Yalnızca meraklı buçukluğu değil, tüm yoldaşları heyecanlandıran, koca koca sandıklar... İmkansızlıklar içinde hayata tutunmaya çalışan üç dağ yolcusu için büyük bir umut kaynağıydı bu. Doderic'in becerikli parmakları, çok geçmeden bu sandıkları kilitli tutan mekanizmalarla oyalanmaya başladı.
DM Notu: Tüm ekipmanlar karakterlere dağıtılmıştır. |
Nyst 4, 1290, Riag Dağı, Tarn, Doğu Ambarı, 23:30 (Ambiyans) (https://www.youtube.com/watch?v=R58ger2YPC4) Inilius ambarın korunaklı bir köşesinde uykuya daldığında, derin ve gürültülü nefesler alıp vermekte olan Merl kim bilir kaçıncı rüyasını görüyordu. Yarı-elfin harladığı Tarn Ateşi, bir kavundan daha büyük olmasa da yoldaşların ellerini ve içlerini ısıtmaya yetmiş, Riag Dağı'nın derin soğuğunu hayati bir tehlike olmaktan çıkarmıştı. Şimdi ise, Inilius uykuda olmasına rağmen taştan salonun ortasında zayıf zayıf yanmaya devam ediyordu büyüsel ateş. Salonu çevreleyen büyük kaya blokları ve sütunları ele veriyor, kuzey duvarından kıpırtısız bir biçimde izlemekte olan eski cüce heykelinin hatlarını ortaya koyuyordu. Doderic ayaklandı. Minik ellerini ısıtmış, yarı-elfin pişirdiği patateslerle karnını da doyurmuştu. Ve şimdi sıcak yüreği atmaya başlamıştı buçukluğun. Yorgunluk hissi vücudunu hızla terkediyor, resmen kanı kaynıyordu. Bu salonda gezilip görülecek ve incelenecek hayret verici bunca detay varken, nasıl uyuyabilirdi ki? Doderic kıpırtısız bir şekilde uyumakta olan yarı-elfin yanından geçti ve tasasızca horuldamakta olan cücenin üstünden çevik bir hareketle sıçradı. Hiç ses çıkarmamıştı. Yine de, uyuduklarından emin olmak için geriye, yoldaşlarından tarafa doğru son bir kez baktı buçukluk. Ruhları bile duymamıştı. Doderic keyiflendi. Kanı daha da kaynadı. Karanlık taş zeminde hızlı adımlarla ilerleyerek soluğu cüce heykelinin önünde aldı hırsız. Önce meraklı gözlerle heykeli cepheden izledi. İlgilendiği şey bu eski eserdeki taş işçiliğinin kalitesi veya bir cüce bedeninin hatlarının köşeli bir biçimde tasvir ediliyor oluşu falan değildi. Doderic onun ceplerine erişmek, mümkünse en tepesine, başının olduğu yere kadar tırmanmak ve orada ne olduğuna iyice bakmak istiyordu. Bu esnada da, sağduyusunun derinliklerinden bir yerden gelen cılız bir sese karşı kulaklarını tıkamaya uğraşıyordu. Bu ses, cüceler tarafından yapılmış bile olsa taştan bir heykelin ceplerinde veya başında bir hazine bulunamayacağını haykırıyordu. Bu ikilem buçukluğun canını sıktı ve heykele olan ilgisini hızla kaybetmesine neden oldu. Bu sağduyu denen şey neden vardı ki? Her seferinde işin bütün heyecanını, serbestçe dolaşıp keşfetmenin bütün hazzını kaçırmak zorunda mıydı? Hırsız yüzünü batı duvarına döndü. Oynaşan alevlerin ışığında az evvel kendini göstermiş olan garip duvar kabartılarına doğru yürüdü. Kalbi yeni bir heyecanla hızlı hızlı atmaya başladı. Duvarın üzerinde, mermer bloklara şekil verilerek oluşturulduğu belli olan ve sanki duvara asılı bir tabloymuş gibi görünen bir çerçeve kabartması yer alıyordu. Duvarın çerçevenin içerisinde kalan kısmında, mermer tuğlaların bazıları içe göçmüş, bazıları ise dışarı fırlamış gibiydi. Farklı derinlik veya yüksekliklerde yuvaların veya tümseklerin olduğu, karman çorman bir görüntüydü bu. Şüphesiz ki ziyaretçilerin aklını karıştırmak için tasarlanmış başka bir cüce oyunuydu. Kendisini hazineye götürecek olan gizli düğme, bu yuvalardan veya tümseklerden birinde gizli olmalıydı. Sonuçta, cücelerin inşa etmiş ve ince ince işlemiş olduğu bu koca ambardaki malzemeler, iki-üç tahta sandığın içinde buldukları birkaç eski püskü zımbırtıdan ibaret olacak değildi ya? Doderic, kendi boyuna kıyasla oldukça yüksekte duran taştan panele erişebilmek için az evvel içini boşaltmış oldukları sandıklardan birini duvarın kenarına kadar çekti. Bunu yaparken de sandığın gacırdayıp durmaması için olağanüstü bir dikkat ve sabır gösterdi. Doderic boş sandığı duvarın kenarına getirdiğinde, Merl her zamankinden daha güçlü bir biçimde horlamakta, Inilius ise hâlâ sırtı dönük bir vaziyette kımıldamadan yatmaktaydı. Küçük botlarıyla tahta sandığın üzerinde sağlam bir pozisyon alan buçukluk, ellerini yukarı doğru kaldırarak taştan tümseklere dokundu ve parmaklarını küp biçimindeki oyukların içinde gezdirdi. Bunu yaparken, bu geometrik oyuntu ve çıkıntıların bazılarını birbirine bağlıyormuş gibi görünen ve duvara rastgele oyulmadıkları belli olan çizgileri inceledi. Bu bir şema veya Doderic'in an itibariyle fikir yürütemediği bir sistem olmalıydı. Çizgiler düz giderek, doksan derecelik dönüşler yaparak ve yer yer birbirlerini keserek, duvardaki şekiller arasında bağlantılar oluşturuyordu. Bir düğme olmalıydı... Buçukluk parmaklarının ucuyla erişebildiği her yere dokunuyor, itiyor, çekiyor, sarsmaya çabalıyordu. Bir şey bulamayınca ayaklarını bastığı sandığın yerini değiştiriyor, şansını farklı oyuklarda ve çıkıntılarda tekrar deniyordu. Dakikalarca, belki de bir saat boyunca, duvardaki bu oluşumları kurcaladı durdu hırsız. Parmağının erişebileceği tüm noktalara dokunana kadar pes etmedi, heyecanını yitirmedi. Ne var ki, bunu yapmaktan artık vazgeçip de yoldaşlarının arasına dönerek battaniyesine yeniden sarındığında kaşları çatıktı ve adeta burnundan soluyordu. Ne lanet bir düğme, ne gizli bir dehliz, ne ışıl ışıl mücevherler, ne de yadigâr bir silah... Doderic heyecan verici hiçbir şey bulamamıştı. Yarım kalmış bir maceranın hayal kırıklığı içerisinde, gözleri sonuna kadar açılmış bir şekilde, yattığı yerden karanlığa bakıyordu. Bu lanet olasıca cüceler her şeyi bu kadar zor yapmak zorunda mıydılar? |
Nyst 5, 1290, Riag Dağı, Israd Köprüsü Tırmanışı, 10:00 / Ambiyans (https://www.youtube.com/watch?v=mDn-DNVfr-o) "Çabuk!" dedi yarı elf, karlar yanaklarına hızlı hızlı vururken. Yoldaşlar Tarn'ın doğu ambarını terk edeli iki saat kadar oluyordu. Sığınağın toprak kokan, gizli ve güvenli ortamını istemeyerek de olsa geride bırakmışlardı. Riag Dağı'nın öldüren soğuğunda yine yola koyulmuşlar, sert bir tipinin içerisinde, geceleyin düşüvermiş yeni karlara bata çıka ilerlemeye çalışıyorlardı. "Donuyorum!" diye isyan etti kızıl cüce, sakalındaki karları elleriyle temizlerken. Ağzına dolan minik beyaz tanecikleri yere tükürdü. "Lanet yerde bir gün daha bekleyemez miydik, hı?" "Eğer biraz daha bekleseydik orada kapana kısılırdık," diye yanıtladı yolun ilerisindeki cılız ses. Inilius'un artık ne silüeti seçilebiliyor, ne de sesi doğru düzgün duyulabiliyordu. "Kapana kısılmak mı? Peeeh!" Çığ tehlikesini Inilius düşünmüştü de, Tarn'lı yapı mühendisleri mi düşünememişti? Ön safta ilerleyen ikilinin arka tarafında bir yerlerde, karların üzerinde kulaç atmaya çalışıyormuş gibi görünen minik bir figür daha vardı. Başı bir görünüyor, bir kayboluyordu. Arada sırada kocaman bir el gelip onu ensesinden kavrayarak ayağa kaldırmasa, zavallı Doderic'in işi pek zor olacaktı. "Benim günahım neydi de dünyanın bu ucuna kadar geldim?" diyebildi sadece, zar zor nefes alabildiği bir aralıkta. Ona kalsa, cüce yapımı sığınaktan kafasını hiç çıkarmazdı. Tırmanış git gide daha da imkansızlaşırken, işte böyle devam ettiler. Nyst 5, 1290, Riag Dağı, Israd Köprüsü Tırmanışı, 10:30 Sarp dağ yolu, her iki yandan yükselen kayaların gölge ettiği dar bir geçide ulaştı. Burada tipi daha az hissediliyordu. Delice esen rüzgârların ortasında bir sükûnet zerreciği... Merl bu insafsız hayatta kalma mücadelesini kaybetmek üzereydi. Kemiklerine kadar soğuk almıştı, tir tir titriyor, dişleri takır tukur ediyordu. Şu önündeki son sırtı da aşabilirse kendini yere bırakıverecekti. Cücenin idrakına varabildiği son düşünce de işte bu olmuştu. O andan sonrası bulanık bir rüya (veya bir kâbus) gibi geçmişti. Bitmek bilmeyen mecalsiz adımların sonunda, dağ geçidinin gölgesinde Inilius'u gördüğünü sandı cüce. Yarı-elfin arkası dönüktü, bir ara yerden bir şey alıyormuş gibi eğilmiş, sonra yine ayağa kalkmıştı. Belki ona doğru dönüp bir şeyler söylemiş bile olabilirdi. Demirduvar'lı cüce sağ taraftaki kayalardan destek aldı. Doderic karlar üzerinde sendeleyerek savaşçı dostunun yanından geçti. Inilius'un yakınına kadar geldi. Kayalık geçitte içerlek bir nokta aradı, bulduğunda da buraya sığınıp yeleğini kendine siper etti. Bir şeyden kaçıyor gibi bir hâli vardı. Bir süre için endişeli ve sorgulayan gözlerle yoldaşlarını izledi buçukluk. Derken, geçidin arka çıkışında, kara ve buza saplanmış hâlde öylece duran iki tekerlekli vagonu fark etti. Merak etmişti. Bir vagonun burada ne işi olabilirdi ki? Inilius'un teni ve eti acıyor, kemikleri sızlıyordu. Yarı-elf cereyan eden sert hava karşısında -her ne kadar faydasız da olsa- ambarda bulduğu yeşil kaftana sıkı sıkı sarınmıştı. Geçidin orta yerini arşınlıyor, galiba dostlarına bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Gözleri vagona kilitlenmiş olan Doderic dikkatini bir an için sivri kulaklı yoldaşına yöneltti, sonra da bakışlarını onun işaret ettiği noktaya çevirdi. Geçidin çıkışında, tam karşılarında, Riag Dağı'nın saklı vadilerinden biri beyaz derinliklere doğru açılmaktaydı. Dik ve aşılmaz yamaçlarla çevrelenmiş, çember biçiminde bir uçurumdu burası. Yükseklere dizilmiş tüm zirveler, boşluğun tam merkezinde yükselen yalçın bir tepeye bakıyordu. Üzerine taştan, koca bir avlunun tünediği ve ardı sıra bir kulenin yükseldiği, konumu itibariyle dünyada bir eşi daha olmayan, fethedilemez nitelikli bir tepeye... Ve bu tepeye ulaşmak için geçilmesi gereken yegâne yol, heybetli bir taştan köprü şeklinde önlerine serilmişti. Inilius bir yandan yıllara meydan okuyan bu mimarî harikayı işaret ediyor, bir yandan da yüksekteki avluyu parmağıyla göstererek bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Doderic, boşlukta gürleyen rüzgârın içerisinde onu zar zor duyabiliyordu. "Is......d K...p......s..." "B.........k ...as...mak" İki yoldaş bir süre için birbirlerine baktılar. Çehrelerinin arasından yüzlerce kar tanesi geçip gitti. Buçukluğun sinmiş hâlini ve kayıtsızlığını gören Inilius, dilinin ucunda beklettiği o son kelimeyi de böylece söyleyiverdi: "Dr......um......ex!" Yüksekteki taştan avlunun üzerinde soluk mavi, büyükçe bir alev parıldadı. Manzaraya bakan iki yoldaş da bu gelişmeyi gözden kaçırmadı. Anlık bir merakla, havadaki pusu delip geçen bu mavi ışığa baktılar ve alevlerin kararlı hareketlerini izlediler. Ama sonra, rahatsız edici bir sözcük öbeği keskin bir ses tonuyla kendini hatırlattığında içgüdüsel olarak geri çekildiler. "Yabancılar! Yaklaşmakta olduğunuzu biliyorum. Eğer Riag Verhaal’e gitmeyi düşünüyorsanız yolun kapalı olduğunu bilmelisiniz. Eğer geçmeye çalışırsanız üçünüz de ölürsünüz!" Inilius, burada kulakları sağır edecek kadar tesirli yankılanan bu sesi duyar duymaz geçidin sol yanındaki kayalara yaslandı ve gizlendi. Doderic ise gerisingeri birkaç adım atmış, hatta ayağı kayıp yere bile düşmüştü. İki yoldaş dikkatle geriye, geçidin güney girişine doğru yürüdü. Orada kendini toplamaya çalışan Merl'le kafa kafaya vermeli ve bir plan yapmalıydılar. Ama cüce onlar yaklaşırken onlara bakmadı. Keskin ses dalgaları kulaklarına çarparken yüzünü ekşitmedi. Geçidin diğer tarafında nelerin olup bittiğini bile sormadı. Sadece, iki yoldaşının gözü önünde yere yığıldı. |
Nyst 5, 1290, Riag Dağı, Israd Köprüsü Tırmanışı, 10:40 / Ambiyans (https://www.youtube.com/watch?v=mDn-DNVfr-o) Vagonun arka kısmı, ufak tefek de olsa bu civardaki en korunaklı noktayı oluşturuyordu. Inilius ve Doderic soğuktan etkilenen kızıl cüceyi fazla bir çaba sarf etmeden oraya sürüklediler. Bir büyücü olduğu kadar bir şifacı da olan Inilius, eldeki tüm kışlık giysileri zor durumdaki yoldaşına kalkan yaptı. Ama bunun yeterli olmayacağı aşikârdı. "Hadi bana yardım et de şu tekerleri yerinden çıkaralım." Yarı-elfin ince uzun, eldivenli parmakları tekerlerin üzerinde bir örümcek misali gezindi ve kavrayacak iyi bir nokta aradı. Bunu bir çift çıplak, tombul el takip etti. Doderic'i minik parmakları soğuktan acıyordu ve artık uyuşmaya başlamıştı. İki yoldaş nasıl pozisyon alacaklarını kestiremedikleri kısa bir şaşkınlık anı yaşadılar. Sonra Doderic ayaklarından birini vagona dayayarak destek aldı. Inilius da aynı iş için bir buz kütlesi seçti. "Üç, iki, bir... Hığğğğğ..." ÇATIRT!!! Doderic tekerleğe öyle kuvvetli asıldı ki, ahşap yuvarlak çatırdayıp vagonun dingilinden kurtulduğunda hazırlıksız yakalandı ve kıç üstü yere yapıştı. Ve geriye doğru oturur hâlde öyle komik kaydı ki, Inilius ona kalkması için yardım ederken elinde olmadan kıkırdadı. Bu esnada merak etmeden duramadı yarı-elf. Buçuklukların kas kuvveti genelde hafife alınırdı. Oysa Doderic Vard-un-Adrhan'ı düzgünce savurabiliyor, göründüğü kadarıyla donmuş tekerlekleri de sökebiliyordu. Bu tekerlek işinde her ne kadar beraber olsalar da, Inilius minik dostunun içinde gizli olan kudreti fark ediyordu ve onun bu özelliğini içten içe takdir etti. Ve sonra da Tarn'ın gizemli ateşini alevledi. Şimdi yoldaşlar için biraz ısınma vaktiydi. Büyükçe bir ateşi hak etmişlerdi artık. Not: Merl Gorgar'ın üşüme durumu böylece bir kademe iyileşecek ve cüce kendine gelmeye başlayacak. Oyuna katılabilir. |