Gönderen Konu: Mürekkep Lekesi  (Okunma sayısı 2006 defa)

ZengalDarkskull

  • Bekçi
  • - 6 -
  • İleti: 128
  • Toprak, sana karışalım.
Mürekkep Lekesi
« : Eyl 23, 2012, 16:10:35 »

Kanla boyanmış bir arazi. Kuzey toprakları..

Kırık Taş savaşı henüz bitmiş, ölmüş bir askerin avucu ise sıkı sıkıya kapalıydı. Yanına gittim. Düşleri, aşkları, inançları hepsi bir köşeye saçılmışlardı. Üstlerine basmadan itinayla yaklaştım.

 Yüzünde hiç korku yoktu. O güçlü bir askerdi.. Tıpkı onunla beraber giden erdemleri gibi..

Ne uğruna ölmüştü? Niçin ağlamıştı ölmeden önce?.. Kurumuş kalın bir gözyaşı gözlerinde kuruyamadan hayatını teslim etmiş, ardında bıraktıklarına veda edemeden çekip gitmişti.

Yüzünde henüz solmamış gençliği, gözlerinin parıltısı bile yerinde.. Sanki dudakları kıpırdayacak gibi.. Ama yok.. O burda değildi, belki kendiyle giden yüce ruhuna, merhamet edildiği bir yerdeydi genç asker.. O etrafında gitmeden pekçoğunu da beraberinde almış götürmüş olandı.

 Onu tanıyordu adam..

 Bu bakışlar, bu duygu yoğunluğunu unutması nasıl mümkün olabilirdi? Saygıyla adından söz ettiren efsanelere adını vermiş bir yerden geliyordu genç adam.
 Anvil'den..
 Onu bilen yüzler yokluğunu uzun yıllar daha hatırlayacaktı..
 Rimbald'dı bu askerin adı.. !

Öksürerek ve hiddetle,

(Bilgeyol uyandı..)


------------------------------------------------------------------------------------------------
Anvil'e güzel bir sabah bahşedilmişti o gün. Şehrin yönetici önderi uyuyamamıştı. Yarım kalan bir rüyadan uyanmıştı. Tedirgin olmuştu ve gördüklerinin bir rüya olmasına memnun kalkmıştı gece yerinden. Ve Yazıyordu yine. Kalınlaşmış göz çukurlarına aldırmaksızın..

İnanarak, hissederek...

  İnce Tüy kalem, daldı mürekkebin derinlerine..

 Kalın parmakların arasında hafif terlemiş tüy kalem işliyordu sayfaya..

 Yaşanmışlıkları..

 Pişmanlıkları..

 Hüzünleri..

 Holden çıkamamış o hoş sedayı..

 Arka bahçede yer etmiş o tatlı tebessümleri..

 Bahçeden ayrılmamış sevgi dolu karşılamaları.. İnsanın hasret kaldığı ne varsa onu işte..

 Terlemiş ellerin sahibi ya heyecanlıydı ya da suçlu. Düşünmeksizin dökülen mısraların sonu gelmeyecek gibi döküldüğü sayfa satır satır doluyordu..

 Odada rafta fazla kalmış eski bir kahvenin kokusu kol geziyordu. Sessiz gecenin bıraktıkları henüz odayı terk etmemişti.
 Adam uyumamıştı. Uyusaydı ne olacaktı ki.. Bazı boşlukları hiçbir şey dolduramazdı. İnsansa devamlı savrulur, duvardan duvara çarpardı bu yoklukta.. Silahsız kalmak gibi, çaresiz bakışlar gibi dolardı insanın içine bu duygu..
 
 Yazıyordu işte.. Onun yerine yazamayanların. Susanların yerine, söylenmeyip yutulmuş buruklukların yerine o yazıyordu.. Onları dillendiriyor içinde biriken susulmuşlara söz veriyordu.

 Bir mecliste büyük  bir kürsüye konuşmacıları davet ediyordu tüyden kalem. Koyu Meşeden ahşap kürsüye bir bir çıkıyordu izleyenler.. Hepsininde bir susmuşluğu, suskunluğu vardı hayattan yana..

 Şimdi insan konuşmalıydı. Şimdi birşeyler söylemeliydi ne olacağını düşünmeden.. Geçen hergün daha da mı iyiye gidiyordu adamın hayatı..

-Hayır!

 (Adam, bir kaç saniye duraksadı, derin bir nefes ve bir yudum aldı kahvesinden..
Tüy kalem yine hareketlendi.)

 "Parça parça olmuş bir adama rastlamıştı geçen gün sokakta.. O adamı gördü gözleri. İşte şurada oturan kaçamak bakışlı o adam değilmiydi. Onu davet etti tüyden kalem kürsüye..

Adam sessiz adımlarla ve ürkek bakışlarla doğruldu yerinden. Kürsüye geçene kadar yaşanmışlıkları yansıdı adamdan. Hayatı boyunca itilmiş, ezilmişti. Dayak yemiş, muhtemelen tok gece geçirmemişti. Hayat onun canını okumuş olabilirdi, henüz yıpratamadığı birşey vardı ancak. İnsanı derinden yaralayan.

En zalimin bile zarar veremeyeceği birşey. Onun tertemiz bir yüreği vardı. Ve bu kestane rengi gözlerinden dışarıya akıyordu adamın. Mağrur, zavallı yüzünde gururla, "hala" umutla bakan gözler.

  Nutuk atacağa benzemiyordu adam. Zaten hayatı boyunca hiç kimse onun konuşmasına izin vermemişti.

Çocukluktan kalan utangaç bazı mimiklerini gizleyemezdi. Ürkek bakışlarının yıllarca biriktirdiği o tortuyu söküp atamazdı benliğinden. Ama gülümseyebilirdi. Ve gülümsemesi bakımsız suratını aydınlatırdı, bakanları ağlatabilirdi de. Yüzüne ezelden yerleştirilmiş o rengi boyardı gözleri sonra, Herşeye rağmen sevebilirdin onu.
 O insandı hala, aradığımız bir ömür, peşinden koşup bulamadan öldüğümüz ne varsa o gözlerdeydi işte.
 O bulmuştu onu belki farkında değildi, belki bilgeliği benliğine boyun eğdiriyordu.
  Bilemezdin. Adam gülümseyerek tüm kalabalığa göz gezdirdikten sonra yine aynı sessiz adımlarla kürsüden indi.

 Kimsede söyleyecek söz, kimsede edecek laf kalmamıştı. Herşey bu kadar basitti. Bir tebessüm kadar kısaydı ömrümüz. Ve ardımızda bırakabileceğimiz en güzel mirastı böyle hatırlanılmak."

 (Kapı Çalındı.)

 Tüy Kalem durdu.

Adam daldığı hayallerinden bir anlık kurtuldu. Gerçek dünyada takındığı sesle; -"Girin", dedi.

 Kapı hafif  aralık açıldı, gelen Rowandil'di.

-"Beyim, uygunmusunuz"?

-"Gel içeri oğlum".

Rowandil masaya yakın bir tabureye oturdu usulca.

 Üstünde sık örgülü mavi bir kaftan ve içinde yeşil dayanıklı bir yelek vardı. İnce elf işi çizmeleri ayağına rahatça oturmuş, omuzlarındaki ince telli saçlarıysa sıkıca toplanmıştı. Keskin mavi gözleri, kalkık ince kaşları ve sivri burnuyla tamda elf atalarını andırsada geniş çene yapısı ve kemikli bedeni yarı insan oluşunu belli ediyordu. O bir yetimdi. Bir elf baba ve insan annesinden geriye kalan nadir bir evlat.

 Bakışları mürekkebi henüz kurumuş parşömen kağıdına kaydı.

-"Efendim, bölmedim ya? Tez havadisler ulaştı kapılarımıza. Bu kış güvercinler bize ....  bazı şeyler fısıldıyor."

- " Bu bölümün sonuydu zaten evlat, ne haberler var kuzeyden, geniş düzlüklerde yeni bir suikast girişimi vuku bulmamıştır umarım." derken adam yerindeydi, hafifçe son yudumunu almıştı kahvesinden.

-" Çürümüş bir kadavra, kuzeyin vadi çayında hastalık yayıyormuş lordum.
 Ölemeyenlerden bir tanesi olabilir. Hastalık nöbeti başgöstermiş, bazı şifacılar yola çıktı bile ancak bazıları bunun sıradan bir hastalık olmadığını söylüyor. Ama konu tam olarak bu değil lordum.

Bir haber geldi kuzeyden lordum. Kardeşinizden.

-"Bu çok iyi! uzun süren kışlar aramıza geçilmez engeller koydu, kara lejyonların akınları durdurulmuş demektir mesaj geldiğine göre, tanrılar adına şükürler olsun!".

Rowandil zor hakim olabildiği gözyaşlarını bastırmıştı.
 Emek kokan çalışma odasında etrafa bilinçsizce göz attı. Herşey tam da Bilgeyol'ların olması gerektiği gibiydi. Bu haber, nasıl verilebilirdi? Rowandil'in gözleri yanıyor elleri terliyordu. İçinden dua ediyor ve engel olamadığı ökçesini de devamlı tıkırdatıyordu.
"Bu, bir tür.. Şey efendim. şey bu.

 Yani,     .......   son söz gibi.

-" Konuşursan daha net anlayabilirim sanıyorum Rowandil." Bakışları net ve kesin, kaşları çatık, vücudu şimdi daha tedirgin ve ihtiyatlıydı adamın. Rüyasının bir devamı olabilirmiydi bu? Bu gerçekti ve adam şimdi hazırdı yarım elfin itirafına.

Bakışları istem dışı camdan dışarı kayan yarım elf, efendisini endişelendiren  not parçasını titreyen elleriyle masaya bıraktı. Disiplinli sureti, istemeyerek de olsa kabullenemediği bir endişeye kapılmıştı. -"Buyrun."
Notu eline alan adam kurumuş kan lekesini farketti. Yavaşça kalın parşomen yaprağını yırtmadan katlandığı şekilde açtı.

" Kuzeyin kalbinden çağrı..      Duniroff Bilgeyol,   can dostum,       şimdi seninle omuzomza olmayı çok isterdim. Beraber dolaştığımız o hayat  kokan tepelerde dolaş olurmu?     Soğuk hissediyorum,        her an benden akan hayat..       sizlerle şimdi..          Sizleri unutmayacağım.       Hepinizi özleyeceğim biliyorum..     Turin,       beni karşıladı kardeşim,   elveda,    gidiyorum.."

 Bu dizeler kardeşinin kanla kirlenmiş  hayatının son saniyelerinde  posta güvercinlerinden birine takılmıştı. Ve Duniroff biliyordu. Bu rüyayı görmüştü. Savaş meydanında yatan adam kardeşiydi.

Onu kara Lejyon öldürmüştü.

Ve bu bir tesadüf değildi..

Duniroff Bilgeyol..
Burden

ZengalDarkskull

  • Bekçi
  • - 6 -
  • İleti: 128
  • Toprak, sana karışalım.
Ynt: Mürekkep Lekesi
« YANITLA #1 : Ara 25, 2012, 17:29:45 »
  Kısa not: Turin'den Anvil'in Yöneticisi  Duniroff BilgeYol'a içtenliklerimle.

 Garnizon lejyoner muhafızlarının elinden geçen notta bu cümle yazılıydı ve mesaj hızla Duniroff'a doğru yola çıkmıştı. Bu, görülmesi gereken ve doğrudan kıdemli askerlerin okuması için -açık edilmiş- bir nottu. Böylece askerler, itibar sahibi ve o dönemin Pelor seçilmişi kabul edilen Turin'den açık bir "hoşgeldin" görmüş olacaklardı. Yeni yönetim kademesine çıkan BilgeYol için bu mektup siyasi anlamda ehemmiyet arz ediyordu.


 Tahtta oturmayan, adına Lord sıfatı takmamış dünyadaki ender liderlerden Anvil'in yeni yöneticisi Bilgeyol'a bir mektup taşınıyordu. Şehirdeki etkinliği ve varlığı  büyük, genç ve yanmakta olan bir güneşten geliyordu bu mektup. Damgası balmumu eriyiğin-den T  damgalı mesaj Rowandil'in elleriyle çalışma odasındaki meşe masanın başına özenle bırakıldı ve okunması için bir süre yalnız kaldı.
 

 Ayrıştık .. Uzayıp giden kayboluşlarla.. Hayatın bize oynadığı ufak oyunlarla ayrıştık.

Özünde hep birdik. Sonra aklımıza tohumlar serpildi. Kimi özenle, kimi özensiz.. Zaman,
akarak geçti..

 Toprak da ayrıştı. Yeşeren zeytinler ak, toprak paktı. Önce yabana karıştı, sonra karardı.. Toprağımıza lekeler düştü. Zalim ve dehşet saçan kalplerdi bu karanlıklar. Zehrini zerk etti vücudumuza. Hastalandık, ruhen hastalandık. Sonra Akıl yola düştü.. Aradı devasını. Kararmış dualarımız, onlarda yedi bu zeytinlerden. Onlar da hastalandı, aslında dünya kırılıyor bu hastalıktan. Sadece ?iyiyim? rolü yapıyor herkes.

Kapıdan çıkarken veya uğurlarken birini, son yüzü görmüyor kimse. Giden, kalanda dinginlik hissi uyandırmıyor. Çünkü yalnızlıkta, daha fazla ölüm gizli.
Düşünmek iyi, anlamak daha iyi, yapmak bambaşka iyi.. İnsanlar şuanda yapıyor ama bu yapmak iyi bile değil.
Neden mi? Çünkü düşünmemişler, düşünerek yapanlarda anlamamış henüz. Bu her şeyde aynı. İnanmaktan tut da, nefes almaya kadar.

 Ayrıştık. Ayrılmak birleşmekle son bulmaz mı peki? Hayatın yanıtı -hayır. Kırılan kemik yerine kaynasa, eskisi gibi sağlam olmayacak. Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak ama birleşilebilir. Fikirlerin ve menfaatlerin çatıştığı şu zamanlarda bile birleşilebilir. Ayrı insanlar, ayrılan duygular, eskisi gibi saf kalamayacak, değişecek. Döngü üzere kurulu olan şu dünya gibi. Kanun bu. Değişeceksin. Kesin kurallar doğa için bile esnetilmiş. Şartlar her şeyin üstündedir. Doğa kendini şartlara programlar. Sende değişeceksin, hayırsa yanıtın fikirlerin eğrilecek. Bedeli mutlaka bir şeyinle ödeyeceksin. Ahmaksan, bu zamanınla olacak. Akılıysan yalnızca gençliğinle ödeyeceksin.

 Nesneler varlıkların algısını köreltmek içindir. Çığır, ?yokluğu var edebilen?de açılır. Yokluğu olan insanlar ?vardır?. Düşünmek dedim. Şimdi zamanı. Kısa cümlelerimden birini düşünmeye başla. Sonra anla, ardından yapacaksın. Anlamak, zaman alacak. Çünkü ben bile tam anlayamadım. Sadece düşündüm ve anlamam gerekenin ne olduğunu biliyorum. Yapacağım zaman anlamış olacağım.

 Önce zihninde boş bir oda aç. Odayı dışardan gör. İçine koymak istediğin her neyse onu düşün. Güzellikse; şöyle camı manzara gören, sıcak bir oda olsun. Gizlindeyse eğer derinlere göm. Ona ulaşman zaman alsın. Her adımında heyecanlanmalısın. Odanın anahtarı sadece sende, bunu unutma ve iyi muhafaza et.  Zihninde ise, istediğin zaman ziyaret edebileceğin bir şeyin var. şimdi yalnız değilsin.

 Nehre kapılmış tahta kıymık suda kaybolur. Nehre düşen ağaç dalı, daralan boğazda takılı kalır. Nehre düşen sal, yüzer, batmaz. Çünkü yüzebilen biçimli odun parçasıdır. Yüzebilmiştir ve yüzecektir. Su onu illa ki çürütecek ama o yüzerek bir yerlere varacaktır. Önemli olan da nereye vardığıdır.
 Suya küçükken düşüp boğulan kıymığın şansı yoktur. Bütünden ayrılmış ve suyun yöntemiyle bir yerlere savrulacak olandır.
 Suya düşen dalda ise hayat vardır. En azından gençtir ve karşı koyma gücüne sahiptir. Dal parçası suyun üstünden gider ve bir yere takılı kalması en kolay olandır. Zayıftır, kendi ağırlığı onu batırmaz, istikameti düz olsa, yol alacaktır.

Şimdi evlat. Bakacaksın dünyaya, kirli de olsa ellerin sen yine de kaldıracaksın arşa. Yakarmassan yanamassın.
Yanmazsan da başkalarını tutuşturamazsın.

Ateş, beslenmezse ölür ama Işık, yandıkça büyür.

Yürümelisin.. Uzayan yollarda. Duymalısın sesini doğanın. Kaybolan sırlar, hepsi burada..

Unutma;
Yokluk, iki var arasındadır.




Turin Zuil
Burden

 

accordion-centenary